O ALLAH, ÖYLE BİR İLÂH Kİ...
Kitâb’ta Allah’ı bize “tanıtan” âyetlerin başında, Bakara Sûresinin 255. âyeti (= Âyet-el Kürsî) ve Haşr Sûresinin son üç âyeti (22 ilâ 24. âyetler) gelir. Önce, bu âyetlerin meali; sonra yorum.
“Allah : O’ndan başka ilâh yoktur. O, sürekli Diri/Hayydir, Koruyup Gözeten/Kayyûm’dur. O’nda ne bir dalgınlık olur, O’nu ne de O’nu bir uyku tutar. Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunabilecek kim varmış?!. O, onların önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. Onlar, O’nun ilminden ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. O’nun egemenliği yeri ve göğü kuşatmıştır. Bunları korumak O’na ağır gelmez. O, Çok Yüce ve Çok Güçlü’dür.”
“O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. Görünmeyeni ve görüneni Bilen’dir. O, Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan’dır. O Allah ki O’ndan başka ilâh yoktur; Melik’tir, Kuddus’tür, Selam’dır, Mü'min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbar’dır, Mutekebbir’dir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O Allah ki, Hâlik’dır, Bâri’dir, Musavvir’dir. En iyi (= en güzel) nitelikler O’na aittir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar, O’nu tesbih ederler. O, Mutlak Üstün Olan’dır (= El-Azîz) , En İyi Yasa Koyan’dır (= El-Hakîm).”
Bu yazı, O’nun El-Melik İsmine yoğunlaşacak.
Melik, ملك şeklinde yazılar; Kral demektir. Kelimeyi, harekesiz olarak okursak, melek, mülk, milk şeklinde de okuyabiliriz. (Milk, mülkün eski kullanımıdır.)
Melik’in melekleri ve mülkleri olur.
İnsanî dünyada da, ülke ve içindekiler padişahın (= kralın) mülküdür; padişah (= kral), onları "kulları"! olarak görür; onlar da padişaha (= krala) “kulunuz, köleniz”! derler. Padişah (= kral), Allah’ı yegâne ilâh kabul ederse, bunda pekbir beis (= mahzur, sakınca) yoktur.
İnsanî dünyada “kullar”, padişahın (= kralın) huzuruna “zırt-pırt” (= gereksiz yere) çıkamazlar; ama El-Melik’in Huzur’u herkese, her ân açıktır, da :
Bizlerin de İlâhî Huzur’a “hazırlıklı ve temiz” olarak çıkmamız gerekmez mi?!. (= Abdest) Sadece abdest mi?!. Huzur’a neden çıkılır?!. 1. Yardım istemek için. 2. Tekmil vermek için. (Tekmil, verilen görevle ilgilidir.) 3. Birini şikâyet etmek için, vs...
Huzur da, خضر şeklinde yazılır. Bu kelime de, hızır ve hazır şeklinde okunabilir. Hızır’ı biz, Mûsâ ile konuşan, kendisine Allah’ın ilim ve rahmet verdiği “kul” olarak biliriz. (Bknz. 18/65.) Hızır (= خضر), etrafını “yeşillendiren”! demektir. Toprak, yeşilliğe hazır olduğunda bahar gelir. İnsan da hazır olduğunda “Hızır gibi”! Huzur’a çıkmalı; hazır olmadığında da görevini yapamamanın ezikliği ile Huzur’da af = özür dile/n/meli!. Biliyoruz ki sürekli özür, yüzsüzlerin işi.
Huzur’a bu duygu ile çıkanla, bu duygu ile çıkmayan, üstelik Huzur’a çıkmayı ciddiye almayan! (= şu namazı bi aradan çıkarayım diyen!) Huzur'da bir görülür mü?!.
Bir de her ân kendini Huzur’da “hissedenler” (= görenler) var/mış!; onlar, O’nu her ân her yerde “görürler/miş”; belli yerlerde (= ma’betlerde) ve belli vakitlerde (= beş vakit) değil.
Bu yazılanları, yukarıya alıntıladığım âyetlerde sayılan diğer Sıfatlarla birlikte düşünürsek, Huzur’a çıkarken “daha titiz ve daha hazırlıklı” oluruz.
“Rabbinin hükmünü sabrederek bekle. Sen, Bizim “gözümüzün”! önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et.” (52/48.)
Yorumlar
Yorum Gönder