İMGEDEN SİMGEYE ve GÜNLÜK DİLE

İmge, zihinde; simge, dildedir. Dış dünyadan bedene, duyu organlarımızdaki (= göz = görüntü, kulak = ses, burun = koku, dil = tat, deri = dokunuş) sinirler yoluyla ile giren uyarılar, beynimizdeki nöronları harekete geçirir; bu nöronlar beyinde bir düzenek (= harita) oluşturur. Bu düzeneğin (= haritanın) “şeklini = nasıllığını”! dış dünyadaki şekillerle kıyaslamazsak bilmeyiz. Bu kıyasın dış dünyadaki şekillerle uyumlu olması şart da değil; hayalin, düşünceden ayrıldığı “yer” burası. Manas destanındaki gibi çift kanatlı atı (= tulparı) hayal edebiliriz; ama düşünemeyiz; düşünce, reel/somut gerçekliğe yaslanmak zorundadır. Efendimizin mi’raca çıktığı Burak’ı düşünemeyiz ama hayal edebiliriz; vs. Düşünce, daha çok reel, somut, fiilî gerçeklikten (= rasyonaliteden); imge ise, mitolojiden, hayalden ve “irrasyonaliteden”! güç alır; ikisi de dili kullanır. İmge, simgesel (= sembolik, metaforik) dili; düşünce, bilimsel dili kullanır.

Aslında dil, toplumun üzerinde uzlaştığı simgelerden (= işaretlerden ve seslerden) oluşur. Bu uzlaşma/uylaşma olmazsa, kargacık-burgacık harflerin (= A’nın, L’nin, İ’nin) ve bunların bir araya geldiği görüntü (= ALİ’nin) ve seslerin ne anlamı olabilir?!.

Kitâb (= Kur’ân) buna âyet der. Kur’an’da âyet, hem işaret (= im, sembol, simge) hem de mucize anlamında kullanılır.

Âyetler (= işaretler, imler, semboller, simgeler), hakikatin kendileri değil, hakikatin göstergeleridir; bizi hakikate götüren zihinsel, dilsel (= simgesel) araçlar = duraklar, Burak’lardır. Bu araçları, doğru, doğru hedefler (= amaçlar) için de; yanlış, yanlış hedefler (= amaçlar) için de kullanabiliriz. 

Kur’ân, bu araçları (= Arapça’yı) hem doğru hem de doğru hedefler (= amaçlar) için kullanan tek Kitâb’tır. Onda, hem imge, hem simge, hem de gündelik dil var. O, öte dünyayı anlatırken, (muhayyileyi harekete geçiren) imgeli ve simgeli (buna mesel ve misal de der) bir dil kullanır; reel (= somut) dünyayı anlatırken, günlük dili (= çöl, bedevî, Arabistan Arapça’sını) kullanır. Bizi somut (= gözle görülür = şuhûdî) dünyadan, soyut (= ilmî, hayalî, ideal, hakikî) dünyaya çeker, çıkarır. Asıl dünya, bu dünya değil, öbür dünyadır (= âhirettir) der.

Bizler de âhireti, bu dünyaya kıyasla imler = imgelemimizde (= muhayyilemizde) canlandırır ve belli simgelerle birbirimize anlatır, aktarırız. Oraya varınca, Allah-u A’lem, artık imgeye, simgeye, sembole (= misâle, mesele, âyete, işarete, metafora) ihtiyacımız kalmayacak. 

Dil, iletişim için olmazsa olmaz. Her şeyimiz gibi dili de biz, Rabbimizden ödünç aldık. “fetelaqqâ âdemü min Rabbihî kelimâtin fetâbe aleyH.” = Âdem, Rabbinden kelimeler aldı; onlarla O’na tövbe etti.” (2/37.)

Dilsiz tövbe olur mu?!.

Rabbinizle aranızda “özel bir dil” geliştirmişseniz olur. 

Nitekim, iki kişilik diller de var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK