KENDİNE GELMEK
Kendine gelmek, kendinde olmaktır. Kendinde olmayan kişi delidir = aklı yerinde değildir, “saçmalar”!. Buradaki saçma, şatahâtı = taşkınlığı da içerir.
Kişi, kendine gelmeden, kendinde olmadan kendini bilemez. Kendinde olanların çoğu da kendini beğenir ve kendini bişey zanneder. Bu yüzden, herkesin kendinden geçmesi (= çıkması), başka kendileri (= kişileri) tanıması/bilmesi ve onları kendi ile kıyaslaması gerekiyor. Kişi, bu kıyası neye göre yapmışsa, kendine ve başkalarına değeri de ona göre verir. Bu kıyas (kendinden geçerek kendini başkalarıyla kıyaslama), aynı zamanda ona, onun değerli gördüğü şeyin/şeylerin değersiz olduğunu da öğretir. Bu hâl, kemâl peşinde koşan biri için hiç bitmeyen (ancak ölünce biten) bir süreçtir.
Sürekli kendinden geçen ve kendine gelen kişi, belli bir zaman sonra (aşağı-yukarı) ‘herkesin de kendi gibi’ olduğunu anlar. Önceden değer verdiği değerleri (maddî gücü : parayı-pulu, iktidarı; manevî gücü : karizmayı, itibarı) sorgular, tarihe bakar, ... ve ölmeyen = ölümsüz Bir’ini arar-bulur, O’na râm (kul) olur. Bilir ki, O’ndan başka mükemmel yoktur ve en mükemmel sıfatlar/özellikler, isimler de (= Esmâ-ül Hüsnâ) O’na aittir.
Buraya (bu noktaya) gelemeyen her kişi, ya kendini beğenen = kendini bişey zanneden, ya da ‘aşağı-yukarı/üç aşağı beş yukarı kendi gibi’ olan kişilere kul olan kişidir. Ancak ve ancak, “kişi bu noktada kendinden geçerse, kendindedir”, aklı başındadır, deli değil, velîdir; artık o akıldan (= ağızdan) ‘şatahat’ değil, olsa olsa tembihât veya nasihât çıkar.
Yorumlar
Yorum Gönder