RUH-BEDEN AYRIMI

Bu bir “ayrım” mı?!.

Ayrım, iki şeyin farklı olması (= تفريق).

Fark, başkalık, hılfet (= خلفة).

Bu, bir ayrım değil de, yoksa “bütünleşik ve birleşik bir bütün mü, cemea mı (= جمعه)?!. Cemea (= cemeat), birleşik bir bütün, demek.

İnsan da, ruh ve beden bütünlüğüdür; bu bütünlük, birbirini tamamlayan, biri olmazsa öbürü de olmayan, ve birbirinden kolay kolay ayrılamayan bir bütünlüktür. Bu bütünlüğü, sadece ölüm ayrırır. Kişi ölmeyince bu bütünlük, birdir, bozulmaz. Bu yüzden, yaşarken yapılan ruh-beden ayrımları, sûnîdir, afâkîdir, yapaydır, kurgusaldır, fikrîdir. = “gerçek ve hakîkî” değildir.

Ama yaşarken bizler, bir âleti (arabayı, evi, eli-ayağı, gözü-kulağı, vb.) kullandığımız gibi, ruh da bedenimizi kullanılır. Arabanın, evin yıpranıp-eskidiği gibi, bedenimiz de eskir-yıpranır, iş göremez hâle gelir; buna hastalanma ve ihtiyarlama da denir.

Bedenimiz olmadan, göremeyiz, duyamayız, tutamayız, yürüyemeyiz, düşünemeyiz, sevinemeyiz, üzülemeyiz, acı çekemeyiz, ... hiçbir iş yapamayız.

Beden, âlettir; ruh ise, kaptan-şoför; ama, ruhu kaliteli bir kaptan-şoför yapan da bedendir = bedenin doğru ve yerinde kullanımıdır. Ehliyet (= ergenlik, kaptanlık-şoförlük belgesi) olmadan, “araba” kullanılmaz; 80 yaşından sonra da çoğu yerde “ehliyetler” iptal edilir-ediliyor.

ve men nuammirhü nünekkishu fil halq, efelâ ye’aqılûn. = Kimin ömrünü uzatırsak, onun yaratılışını tersine çeviririz; hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?!.” (36/68.)

Ehliyet, bedenin rüşde (= ergenliğe ve belli bir güce) ulaşması ile elde edilir. Beden güçten düşünce, ehliyet de iptal olur. "Köre, topala, hastaya, zorlama/zorluk ve günah yoktur." (Bknz. 25/61. 48/17.)

...

Bu durum, ‘yaşarken ruhun bedenden ayrı olmadığına’ bir işaret olarak okunup-anlaşılamaz mı?!. Zaten öyle, diyor gibisiniz. Benim kastım, en azından burada ve şimdi = yaşarken ikisini “ayrı” görmemek; ruhu, bedenin “çook özel, çook rafine, çook sofistike” bir versiyonu gibi görmek. Yukarıda da söyledim, bedenimiz olmadan bizler hiçbir iş yapamıyoruz. Ötede, böyle bir  bedenle mi (= bedenli mi) yoksa başka tür bir bedenle mi  (= bedensiz mi) yaşayacağız, bilmiyoruz. Belki de orada “ruh gibi şeffaf bir bedenimiz” olacak!. Şöyle de olabilir : İyililerin bedeni şeffaf (= latîf); kötülerin bedeni opak, mat (= kesîf). Elbette cennetin ve cehennemin sonsuz dereceleri olduğu gibi, latîfliğin ve kesîfliğin de sonsuz dereceleri var.

Bir ayrım varsa, bu ayrım ötede; burada, her şey (= iyi-kötü, latîf-kesîf = madde-ma’na, vb.) karışık ve karmaşık.

İdealistler ve materyalistler, bu karışık ve karmaşık varlığın (= insanın) sadece bi tarafını sahipleniyorlar. Önemli olan, ‘taraf, ihtilâf ve çatışma’ değil, “uyum, sunum ve doyum’ = mevcut yapı ile huzur bulup-bulamadığımız. Bilelim ki buradaki “durum”, öteye de yansıyacak. Allah-u A’lem, idealistlere : siz bedeni; materyalistlere de : siz ruhu önemsemediniz = yok saydınız; her iki gruba da : ikisini çatıştırdınız, dolayısıyla birbirinizle çatıştınız, denilecek.

Buraya ‘çatışmaya’ değil; birbirimizle ‘tanışmaya ve çalışmaya’ geldik. Çook şeyde olduğu gibi ruh-beden ayrımını da kendi aramızdaki çatışmalar için kullanıyoruz; yanlış yapıyoruz. 

Yapmayalım, bu ikisini (= ruh ile bedeni) çatıştırmayalım. Zaten sosyo-ekonomik ve siyasal açıdan ayrımcılığın = çatışmanın bir çook türü (kadın-erkek ayrımı; renk/ırk ayrımı, zengin-fakir ayrımı, vb.) var; bu da onların micro/küçük ölçekli bir versiyonu, ve diğer ayrımlar, çatışmalar da büyük ölçüde bu ayrımdan ve çatışmadan kaynaklanıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ