SEVİYE

Mertebe. Mevkî. Düzey. Hiyerarşi, vb.

Temelde insanın seviyesini iki şekilde ele almak lâzım : Sosyo-ekonomik ve ahlâkî seviye. 

Sosyo-ekonomik seviye, maddî (= iktisadî) ve toplumsal. (= sosyal.) Ahlâkî seviye, manevî (= itikâdî) ve yapısal. İlkine, zenginlik (= refah) ve yoksulluk (= fakirlik, sefâlet); ikincisine, fazilet ve rezîlet de diyebiliriz; belirleyici olan, ikincisi.

Günümüz kapitalist değer anlayışı, insanî seviyeyi para ve makam-mevkî ile ölçüyor. Genelde makam-mevkî de zengin olmak için kullanıldığından, zengin (= varlıklı/varsıl) insanı üstün; fakir (= yoksul) insanı aşağı görüyor. 

Gerçek üstünlük ve gerçek aşağılık nerede aranmalı, nerede bulunmalı?!.

Dinin klasiği : Üstünlük, taqvâdadır. Taqvâ nedir?!. Güzel ahlâk. 

Din, insanın ahsen-i taqvîm (= en güzel kıvamda) üzere yaratıldığını; sonra da esfel-i séfilîne (= aşağıların aşağısına) düşürüldüğünü söyler. = “lekad halaqnâ-l insâne fî ahseni taqvîm; sümme redadnâhu esfele séfilîn.”(Tîn, 4-5.) Normal çeviri : Biz insanı en güzel kıvamda (şekilde?!) yarattık; sonra da onu aşağıların aşağısına düşürdük. (= indirdik.) Taqvîmin kökü, kâme; kavm de istikâmet de makâm da kayyûm da aynı kök. 

İnsanı en güzel, çook güzel bir kıvamda (şekilde?!) Yaratan, (durup-dururken sonra) niye onu aşağıların aşağısına düşürsün?!.

O düşürmüyor, insan kendi düşüyor.

Bunu anlamak için, insanı anlamak gerekiyor.

İnsan, kendisine akıl (ilim) ve irade (= seçim) verilmiş canlıdır. İnsan, kendi aklını ve kendi iradesini kullanarak, kendi seviyesini belirliyor. İnsana verilen bu bilme ve seçme gücü, çook önemli ve çook değerli (= Tanrısal) iki güç. İnsanda bu güçler olmasaydı, insan, insan olmaz, hayvan olurdu. İnsan, bu güçleri çook kötü kullanarak, hayvandan da aşağı düşebilir. = “ülâike kel en’ami bel hüm edall.’ (7/179.); çook iyi (çook yerinde ve çook doğru) kullanarak, melekleri de geçebilir. 

'Zamanında'! meleklerde de bu güçler (= akıl/ilim ve irade/seçim) vardı. Bunları doğru kullananlar melek; yanlış kullananlar şeytan oldu; ve artık bu güçler (= akıl/ilim ve irade/seçim) onlardan (geri) alındı. = Ve artık melekler, kötüyü ve kötülüğü; şeytanlar da iyiyi ve iyiliği bilemez ve seçemez oldular. 

İnsan, (hâlâ) ikisini de biliyor ve ikisinden birini seçebiliyor. İnsan bu. İnsanın bu seçimleri ve bu seçimlerine göre yaptığı davranışlar onun seviyesini de belirliyor.

Ateistler, insandaki bu özellikleri göremeden, ‘madem sizin Tanrınız iyi (= kudretli/güçlü ve âdil) bir Tanrı, niye/neden bu gücünü/kudretini iyi, iyiler ve iyilik için kullanmıyor, yeryüzünde adâleti niye sağlamıyor?!.’ diyorlar. Bu, Tanrı’nın insan üzerinde tahakküm kurması (= zor, güç kullanması, baskı uygulaması) ve insanın aklını ve iradesini yok sayması demektir. Böyle bir durum olduğunda insan :

Madem b/öyle, bu aklı ve iradeyi bana niye verdin?!.

Benim fikrime (aklıma) ve tercihime (irademe) saygı göstermeden beni zorla bir yöne (= iyiye veya kötüye) sevk ettin = güç kullanarak zorladın, bu durumda benim suçum ne?!, demez mi?!.

Kendi akıl ve iradeleriyle iyilik ya da kötülük yapmayalar, ya köle ya da deli muamelesi görürler; bunlar için mükâfat da (= ödül de) cezâ da olmaz. Sizi “yoğun baskı altında” bir suça/kötülüğe sevk etseler, bu suçu ben işledim, cezasını da ben çekerim, der misiniz?!. İyilik yapmak da böyle. Kendi bilgi ve (özgür) tercihimizle yapmadığımız bir iyiliğin mükâfatı (= ödülü) bizi tatmin etmez. Ben istemeden beni cennete soksalar, o cennet bana ‘cehennem’! olur.

...

Elimizde, bize verilen çook değerli iki güç var : Akıl ve İrade. Bunların kullanımı, bizim seviyemizi ve nerede yer alacağımızı belirliyor. Mal ve makam-mevkî (= sosyal statü) kazanırken de bunları kullanıyoruz; ama bazılarımız onları (= malı/parayı ve makam-mevkîyi) elde edince düşüyor; bazılarımız da yükseliyor. Tek başına bunlar (= mal ve makam-mevkî) kişinin iktisadî ve sosyal seviyesini belirler/belirliyor ama ahlâkî ve itikâdî seviyesini belirlemez/belirlemiyor. Sokakları temizleyen (fakir) biri, bi torba altın bulduğunda, bunlar benim hakkım (emeğim) değil, diyerek onları sahibine teslim ederken; kendine milletin hazinesi teslim edilmiş, yüksek maaşlı biri de fırsatını bulduğunda, hazineden (= milletin malından) çalmaya-çırpmaya çalışıyor. Pek tabiî ki iki hâl de genellenemez, istisnâlar da kaideyi bozmaz.

İnsan olmak = insan olarak yaratılmak ve o seviyeyi korumak, çook büyük bir şeref. Ahsen-i taqvîm seviyesini koruyabilenlere ne mutlu!; selâm olsun onlara.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ