HAYAT SERÜVENİMİZ
Ana-babamızı, cinsiyetimizi, doğum yerimizi biz seçmiyoruz; nerede ve ne zaman öleceğimizi de.
Pekiî ne olacağımızı, nereye (= hangi konuma, makama) geleceğimizi?!.
...
Mûsâ (a.s.)’ın hayatı üzerinden bizim bu sorumuza Rabbimiz cevap veriyor.
Mûsâ (a.s.)’ın sandığa konularak Nil nehrine bırakılması, Firavun’un sarayında büyümesi (= büyütülmesi), gençliğinde bir Kıptî’yi öldürmesi ve Medyen’e göç etmesi (= kaçması), orada Hz. Şuayb (a.s.) ile karşılaşması, 8-10 yıl hizmet (ve tedrisât = eğitim) karşılığında Onun kızlarından biri ile evlenmesi, bu sürenin sonunda, Mısır’a dönüş yolunda Tûr dağında Rabbi ile “konuşması” (= görüşmesi) ve İsrailoğullarına Elçi (= Peygamber) olarak gönderilmesi,...
Bu görüşmede Rabbi Mûsâ (a.s.)’a : “... sonra takdirimiz gereği şimdi buradasın ey Mûsâ!.” = ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰ 20/40.) diyor.
“Takdirimiz gereği buradasın.”; önceden başına gelenler de takdirimiz gereği idi, Senin tercihin değildi!.
Pekiî, Mûsâ (a.s.)’ın (ve insanın, bizlerin) iradesi burada nerede duruyor; Mûsâ (a.s.), kendi hayatını belirleyen kararları kendi alamıyor mu; alamıyorsa, Ona (bize) verilen bu iradenin anlamı ne?!.
Mûsâ (a.s.), o Kiptî’yi öldürmeyebilirdi; Firavunla “iyi geçinerek”, devlette “iyi bir makam” (= koltuk) elde edebilirdi; Şuayb (a.s)’ın kızı ile değil de Mısırlı bir “soylu” ile evlenebilirdi, vs...
Hem Mûsâ (a.s.)’ın dediği oldu hem de Rabbinin. = Mûsâ (a.s.)’ın isteği (= dediği) ile Rabbinin isteği (= dediği) “örtüştü, buluştu”!. Bunu Mûsâ (a.s.) biliyor muydu?!. Sanmam, ama Rabbi Onu her yönüyle biliyordu; O ve herkes, her ân Rabbin Gözü önündedir. = “feinneke bi e’ayinunâ” (52/48.)
Rab, hangi konum veya makamda olursak olalım, bizi görüyor; ve o konum veya makamlarda (= her durumda) bizi deniyor; bulunduğumuz konum veya makamların hakkını verirsek, bizi daha üst konum veya makamlara yükseltiyor; veremezsek, düşürüyor; bu düşmenin illâ burada gerçekleşmesi gerekmiyor.
Oralara niçin tâlip olduğumuzu ve niye geldiğimizi bizler biliyoruz, ama o konum veya makamların hakkını verip-vermediğimizi bilmiyoruz. Rabbimiz bu talebimizi (= isteğimizi) karşılıksız bırakmıyor; o makamların hakkını vermezsek veya o makamları kişisel çıkarlarımız için “kullanırsak” (= doldurursak), hesap soracağını da söylüyor.
Mûsâ (a.s.), Firavunun şirk düzeninde o tür makamları reddetti, ve Şuayb (a.s.)’ın yanında çobanlık yapmayı seçti; Rabbi de Onun bu seçimini hesaba katarak Onunla “konuştu”, ve Ona Elçilik (= Peygamberlik) teklif etti.
Mûsâ (a.s.), bu ve buna benzer seçimleriyle Ül-ül Azm Peygamberler arasına girdi.
Selâm olsun Mûsâ’ya.
Bizler, bizim dediğimiz oluyor (veya niye olmuyor?!) desek de, en nihayetinde, (imtihan gereği) Rabbimiz Allah’ın dediği oluyor. Rabbimiz Allah bizi, her durum ve konumda deniyor. Henüz sonucu görmediğimiz için, erkenden sevinmememiz (= şımarmamamız) ve (bana o makamlar niye verilmiyor diye de) üzülmememiz gerekiyor.
“Mevlâ görelim neyler; neylerse, güzel eyler.”
Yorumlar
Yorum Gönder