İMAN - AMEL İLİŞKİSİ-II

İmanın kişideki karşılığı Mü’min; amelin kişideki karşılığı Müslim (= Müslüman); Mü’min, güvenen; Müslim (= Müslüman), itâat eden, emre teslimiyet gösteren.

İtâat : Emre uyma. Söz dinleme. Boyun eğme. İman, emri verene güvenme, emrin doğru bir emir olduğunu bilme; itâat, o emre boyun eğmedir.

İnanana mü’min denir. İman, diyalojik ve hiyerarşiktir. İnanan, inandığına = inanılana; inanılan da inanana güvenmelidir, güvenir; mü’min ve El-Mü’min = küçük mü’min, Büyük Mü’min. Bu bağ/ilişki, abd-Rab ilişkisinden dolayı hayatîdir, hayatın düzenli kurulması ve sürdürülmesi (= din) içindir. El-Mü’min, bu ilişkiye (= güvene) aslâ ihânet etmez; ama mü’min eder/edebilir; ettiğinde de tövbe etmezse (= pişman olmazsa), bu ilişki biter, ve El-Mü’min, o kulunu ( o mü’mini) “terk” eder. Bu “terk”, mutlak bir terk değildir; mutlak terk olsa, terk edilenin hayatı biter.

Rabbin terk ettiği bir kul (= mü’min) olmak ister misiniz?!.

Rab, itâat sözünde durmayan, “kıvıran” ve isyan eden kullarını terk eder = kovar. O, şeytanı da böyle, bu yüzden kovmuştu. Şeytan, Rabbine “inanıyordu”, O’nun secde et! emrini dinlemediği için kovuldu = recm.

İman, (sadece) Allah’ın VARlığına ve BİRliğine inanmak değil, (aynı zamanda) O’na güvenmektir. Güven (= iman) kavî/sağlam ve tam olursa, hemen peşinden itâat/tâat gelir. Güvende (= imanda) şekk/şüphe (= tereddüt) olur ve kişisel (ve siyasal!) hesaplar devreye girerse, itâat değil isyan baş gösterir. “semi’nâ ve eta’nâ”, “semi’nâ ve esaynâ” ya dönüşür.

İtâat da isyan da birer eylemdir, ameldir.

Rabbimiz bizi, bizim imanımızın ne tür bir eylemi/ameli ortaya çıkaracağını “görmek”! ve bunu bize de göstermek için yaratmıştır.

İmanla ameli (= inananla eyleyeni) ayırırsak, sorumluluğu kime yazacağımız flûlaşır; eyleyen, robot olur; inanan da hareketsiz bir ot. İmanla amelin uyumunu bozarsak, kişinin feleği şaşar, mü’minden şeytanca, şeytandan mü’mince davranışlar görmeye; bipolar bozukluklar ve tutarsızlıklar yaşamaya başlarız.

İmanın amelden (amelin imandan) ayrılmasının kula (= kişiye) yönelik sakıncaları yanında, sosyal ve siyasî sakıncaları da vardır. Bu ayrım, hem kişinin hem de toplumun ve siyasetin kalitesini düşürür ve insanların birbirlerine olan güvenini sarsar.

Sana güveniyorum (= inanıyorum), bu yüzden itâat ediyorum. Sana itâat ediyorum, çünkü güveniyorum.

Sana güvenmiyorum (= inanıyorum), bu yüzden itâat etmiyorum. Sana itâat etmiyorum, çünkü güvenmiyorum. Bunu, Rabbimiz olan Allah’a (ve O’nun Rasûlüne) söyleyebilir miyiz?!. O’na (ve O’nun Rasûlüne) itâat etmiyorsak, bunu “zimnen” söylüyoruz demektir.

“Yâ eyyüh-ellezîne âmenû! Etîu Allah’e ve etîu-r Rasûl...” (3/32. 5/92. 24/54.)

İtâat ve iman, gönüllü, gönülden olur; zoru görünce edilen itâatte, iman (= güven) yoktur. Bu yüzden Rabbimiz Allah, Cebbâr ve Kahhâr olmasına rağmen, dinde (= hem dine girmede hem de dinde/dindar kalmada) zorlamaya/zora baş vurmuyor; “büyük oranda”! Cebbâr’lığını ve Kahhâr’lığını öteye saklıyor.

İtâat de isyan da, kişinin kendi içindeki istidâd (= güç) iledir; ona dışardan verilen herhangi bir güç yoktur, burada herkes eşittir; dışardan bir güç ona yardım etse, bu gücün âdil olması = kimseyi kayırmaması = kimseden en ufak bir menfaatinin olmaması gerekir. Bu GÜÇ de sadece Allah-u Teâlâ’dır. O GÜÇ, bugün bize güç vermiyorsa = yardım etmiyorsa, bilelim ki güven ilişkimiz zedelenmiştir; güvenimizi (= imanımızı) yeniden gözden geçirmemiz ve tazelememiz gerekmektedir!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK