KAHR/AMAN

Kahr çekmeyen kahraman olamaz.

Kahrın (kahırın), üzüntü, keder anlamı yanında baskı, cebir ve galibiyet anlamı da vardır. Kahrı herkes çekemez; kahra herkes dayanamaz; böyle olunca da herkes kahraman olamaz.

Kahramanın ille de galip gelmesi/olması gerekmiyor; mağluplar da kahraman olabiliyor.

Mukaddes bildiği değerler için korkusuzca dövüşen, büyük fedakârlıklara katlanan, büyük kahırlar çeken adamlardır kahramanlar.

Hz. Hüseyin kahramandır. Hz. Hamza kahramandır. 

“Hakikî Müslümanlık en büyük kahramanlıktır.” M. Akif Ersoy

Akif’in kastı, herhalde kâhır çeken Müslümanlar; sefâ süren Müslümanlar değil.

“Sizden öncekilerin başına gelen sıkıntı ve zorluklar, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?!. Onlara dokunan sıkıntı ve zorluklarla onlar öylesine sarsıldılar ki Rasul ve Onunla birlikte olan Mü’minler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ dediler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (2/Bakara, 214.)

Ne kadar yakındır? 

“Âşık olunca” çoook yakındır.

Bir âşık’tan birkaç mısra :

Gelse Celâl’inden cefâ

Yahut Cemâl’inden vefâ,

İkisi de cana safâ

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.


Ey Padişah-ı Lemyezel!.

Zat-ı Ebed, Hayy-ı Ezel!.

Ey lütfu bol, kahrı güzel!.

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.


İster ağlat, ister güldür,

İster yaşat, ister öldür!.

Bu âşık hem Sana kuldur.

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Kayseri’li ÂŞIK İBRAHİM TENNÛRİ (– :1482)

(Şiirin tamamı alınmamıştır.)

“Allah’ın bilgisi dışında hiçbir musibet kimseye isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, Allah, onun kalbini doğruya yöneltir. Allah, her şeyi en iyi bilendir.” (64/Tegabun, 11.)

“Ne yeryüzünde ne de kendinizde meydana gelen bir musibet yoktur ki Biz onu gerçekleştirmeden önce bir Kitâb’ta yazılmamış olsun. Kuşkusuz bu Allah’a kolaydır.” (54/Hadid, 22.)

Musibete sabır da kahramanlıktır; herkes musibet karşısında sabredemez, çoğu isyan ve inkâr eder.

Sadece âşıklar, cefâyı (musibeti) vefâdan, vefâyı cefâdan ayırmaz; cefâyı (musibetleri) olgunlaştıran, kemâle ulaştıran, Hakk’a yaklaştıran Hakk’ın bir vefâsı = ikramı olarak görürler; öbürleri Hakk’a “kahrederler”!!!, olup-biteni Hakk’a şikâyet ederler.

“İnsana bir sıkıntı/musibet dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek bütün benliğiyle O’na dua eder. Sonra Rabbi kendisine bir nimet lütfettiği (o sıkıntısını giderdiği) zaman, daha önce O’na yöneldiğini (duâ ettiğini) unutur; O’nun yolundan saptırmak için O’na ortaklar koşmaya başlar. De ki, nankörlüğünle biraz daha yararlan (bakalım; az kaldı!); kuşkusuz ki sen ateşin halkındansın.” (39/Zümer, 8.)

Hangimiz unutmuyoruz?!.

Dün, zor günlerimizde (güçsüzken, muhalefette iken) yalvarıp-yakarıyorduk; bugün (rahata erince, iktidara gelince), dünkü hâlimizi unutmamış mı görünüyoruz?!.

Fakirken, biri bize (Allah için bişeyler) versin, yardım etsin, elimizi tutsun istiyorduk; zenginleşince kime, ne veriyoruz, kimin elinden tutuyoruz?

Cahilken biri bizi uyarsın (aydınlatsın) istiyorduk; “âlimken”! kimi uyarıyor, aydınlatıyoruz?!.

Korkarım bu unutkanlık  (nankörlük) bize çoook pahalıya malolacak!.

...

‘Sükût eyledim, kahrı var, dediler. Biraz söyledim, zehri var, dediler. Sustum, kahrından susuyor, dediler. Biraz konuştum, zehrini kusuyor, dediler.” (Celâleddin Rûmî)

‘Arının kahrını çekmeyen, balın kadrini bilmez.’

Allah için sıkıntı çekmeyen, Müslümanlığının değerini bilemez; Allah-u A'lem, onun Müslümanlığına Allah da değer vermez; “ne yaptın Benim için?” der. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET