DUÂ NEDİR?

Biz bişey yapmayalım, sadece isteyelim, tüm isteklerimiz yerine gelsin; bu mu duâ?!.

Bizdeki “İlâhî Nefha” neden var, niye var?

Biz isteyelim, “O yapsın”!, öyle mi?!.

Sözlü duâ, fiilî duâya dönüşmedikçe, hiç bir duâmız kabul olmaz. 

“Gören göz, işiten kulak, tutan el, akleden kalp” bize niye verilmiş?!.

Biz niye gönderilmişiz bu hayata?!.

Sadece “emretmeye”! = duâ etmeye mi?!.

***

Duânın düz kelime anlamı çağrı, istek, dilek-temenni; dinî anlamı Rabbi yardıma çağırma.

Bizler, Rabbimizi zorda kalınca (sıkıntılı ânlarımızda, bunalınca) çağırıyor, b/öyle zamanlarda O’na duâ ediyoruz; rahatken (keyfimiz yerinde iken), “O” aklımıza hiiç gelmiyor!. (Gelenlerden özür dilerim.)

Duâ, çaresiz ve zorda (zor durumda) kalınca mı yapılır? Kişi duâya önceden hiç hazırlık yapmaz mı? “Çağırdığı ile” önceden tanışmaz, “muhabbetini” artırmaz mı?!.

Evimize “basit bir misafiri” bile çağıracağımız zaman hazırlık yapıyoruz, değil mi?

Rabbimizi (!) çağırırken ya da çağırmadan önce ne yapıyoruz? (Rabbimizi mi, Rabbimizin yardımını mı; ikisi bir mi? Duâ, Rabbi gönle çağırma; yardımını çağırma da meleklerini çağırma olmasın!. Melekleri de gelse “Tanrı Misafiri” değil midir?!.)

Böyle bir çağrıya/duaya Rabbimiz ya da melekleri icabet ederse bize ne der?!.

En hafif tabiriyle kendi hiç hazırlık yapmamış, “her şeyi Benden (bizden) bekliyor”!, demez mi?

Duâ, elbet Rabbi yardıma çağırmaktır ama Rabb (= Rabbin yardımı) gelince, o yardım, ya O’nun merhametinden dolayı bize yetmeyebilir, işimize yarayamayabilir ya da bizi mahvedebilir!. Duâ edip zenginlik (bol mal/para) isteyenlerin çoğu yoldan çıkmıyor mu?. Sahabîlerde de var bu tür örnekler var. “Mescid kuşu” olarak bilinen Ebû Sâlebe, zenginlik için duâ etmiş, Rabbi duâsını kabul etmiş ama o, daha sonra zekât vermeyi bile reddetmişti.

Şöyle açayım/açıklayayım : Sözgelimi 60 Watlık bir ampulün direnci 100 Ohm ise ve en fazla 120 volta dayanabiliyorsa, siz o ampule 150 voltluk bir akım (güç) verirseniz, o ampül yanar/patlar. En fazla 180 basabilen bir arabayla 240 basamazsınız; motoru güçlendirmeniz gerekir. İlkokul öğrencisine yüksek matematik öğretemezsiniz vs...

Duâ, Rabbimizden bir “güç” transferidir; yardım, güçle gelir, değil mi?

Pekiî Rabbimiz o gücü (yardımı) nasıl ve kimle gönderir.

Nasılı bizimle alâkalı; kimi de melekleriyle. 

İsviçre doğumlu Alman filozof Peter Bieri’nin (Pascal Mercier) ‘Özgürlük Zanaatı’ kitabını okuduğumda, istencin sanki melekî bişey (duygu) olduğuna ve istencin gücünün meleklerdeki güç (kanat) gibi arttığına kanaat getirdim.

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan (göklere ve yere yaradılış yasalarını koyan); melekleri/ni ikişer, üçer, dörder kanatlı Rasuller yapan Allah’a hastır/mahsustur. O, yaratmada dilediğini arttırır. Allah, her şeye gücü yetendir.”

الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

(35/Fâtır, 1.)

Sanki! bizler duâ ile “Rabbimizi ve Rabbimizin meleklerini çağırıyoruz” ve Rabbimiz de bize “sinek kanatlı olan meleklerinden” tutun da Cebrâil’ine kadar kapasiteleri farklı farklı sayısız meleğini bizim kapasitemiz = gücümüz ve samimiyetimize göre gönderiyor ve bizdeki iradeyi, isteği, azmi ve gücü/kapasiteyi artırıyor.

Duânın bizde bir karşılığı olmazsa, duâ ütopikleşir, mitikleşir; “dışarıdan bize yabancı, hayalî bir güç”! bize yardım etmeye başlar vehmine kapılırız; duânın bizimle olan bağlantısı kaybolur ve olağan hayatımızda olağanüstü şeyler (mucizeler) beklemeye başlarız; o mucizeler gerçekleşmeyince de Rabbim bana küstü; daha ağırı da var Kitâb’ta, “Rabbî ehânen = Rabbim bana ihânet etti.” (89/Fecr, 16.) demeye başlarız. 

Elbet Rabbimiz bize göre olağanüstü işler gerçekleştirebilir; aslında hayatta her şey olağanüstüdür ama bizim, o olağanüstülüğü (olup-biteni) anlayabilmemiz için işlerin oluş şekli bizim düzeyimize indirilir; Kitâb da öyle inmedi/indirilmedi mi Efendimize?!.

Duâyı anlamamız da buna benzer. 

Kişi duâyı kendi içindeki istek ve samimiyet/içtenlik düzeyine göre yapar ve Rabbimiz de o istek ve samimiyetin düzeyine göre verir, yardımını gönderir.

En çok neden mazlumun ya da yetimin duâsı kabul olur? Onlar, duâyı çook içten/samimî yaparlar da ondan.

Mazlum kimdir? Zulme uğramış kişi. Mazlumda güç olsaydı = zalime gücü yetseydi, zalimi engeller, tepesine binerdi. Elinde gücü olduğu hâlde kullanmayan mazlum değildir; mazlum, elindeki güç zalimin gücüne yetmediği için zulme uğramış kişidir; o gücü kullanmadan zulme uğramışsa ona mazlum denmez, “güç stokçusu” denir; onun duâsına (yardım çağrısına) Rabbi icabet etmez.

Rabbimiz, duâmızdaki = bizdeki isteğin gücü ve samimiyetin düzeyine göre verir = yardımını gönderir = duâmızı kabul eder. Sözgelimi ben, yıllar önce iki satır dahî yazı yazamazken, yazma konusundaki isteğimi ve samimiyetimi = ısrarımı kaybetmek şöyle dursun, güçlendirdiğim için şimdi kolay/rahat yazabiliyorum. Buna rağmen iyi yazdığım söylenemez; iyinin daha iyisi her zaman vardır. Pes etseydim, ki yazdıklarımla alay edenler, yazılarımı hafife alanlar da olmuştu, bu kadar kolay ve rahat yazamazdım. Benim yaptığım fiilî duadır; yılsaydım ve hiç yazma denemeleri yapmasaydım, alay edilince vazgeçeydim ve sadece “sözlü duâ” etseydim, bu kadar kolay yazabilir miydim?!.

Sözlü duâ, isteği uyandırmaktır, duâda ısrar da o isteği güçlendirmek için yapılır; o güçlü istek de, fiil olmak için bişekilde kendine yol bulur. Fiil olmazsa ‘kuru duâ = sözle yapılan duâ’ gerçekleşmez, dilde kalır; gerçekleşmeyince de ‘Rabbim bana küstü ya da dualarım kabul olmuyor’ der, “suçu” Rabbimize atarız; aslında suç kendimizdedir.

“Allah, herkesin kalbine göre verir.” sözü, isteğinin, samimiyetinin ve gayretinin gücüne göre verir demektir. Herkesin O’nun katındaki mertebesi farklıdır; O’na yakın olanlar, kişisel çıkarları için O’ndan istemez, O’na duâ etmezler; onların duâsı ile “köylü Hasan Efendinin” (köylüler alınmasın kendimi kast ediyorum) duâsı bir ve aynı değildir. 

Böyle bakarsak duâ, kişinin kapasite artış isteği ve acziyetinin ifadesidir. Kişi kendi kapasitesini geliştirmeden/artırmadan ekstra şeyler isterse altından kalkamaz, mahvolur.

O, hidâyet ve hikmetini, dileyene ve dilediğine verir. = “yü’til hikmete men yeşâe...” Buradaki “men” jokerdir; Allah’a da kula da gider. “Kul dilerse O verir’ ile “Allah dilerse verir’ şeklinde de okunur; kulda da Allah’ta da irade/dileme vardır ama Veren hep/her zaman Allah’tır; bundan dolayı duâ yalnız O’na/Allah’a yapılır.

Zihnimde konu hakkında çook şey var ama hem yazı uzadı hem de nasıl toparlayacağımı bilemiyorum; en iyisi kesmek.

Yıllar önce yaptığım duâların kabul olmadığına şimdi şükrediyorum; olsaydı, başka türlü olurdum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET