ZAMANSIZLIK = HULD

Kur'ân, zamansızlık dünyasından bizim zamanlı dünyamıza “konuşur”!. Onun konuşması, “diyalojiktir”, insanı oradan buraya, buradan oraya götürür; nasıl, insan ilk önce “o zamansızlık dünyasından = cennetten” buraya geldi ise, yine oraya “sağ-sâlim” gidebilsin diye.

Zaman, kabaca üçe ayrılır : Dilde bunların karşılıkları mazi/geçmiş, şimdi/ân ve gelecek/âti sîgaları, kipleridir.

Kur'ân, mazi/geçmiş kipindeki bir fiili gelecek için de kullanır. Sözgelimi 39/Zümer, 68-70’de kıyamet sahneleri anlatılırken kullanılan fiillerin (Nüfiga, Saiga, Vudia, Cîe, Gudiye gibi) kipi mazi edilgendir. Sûra üfürüldü. Allah’ın diledikleri dışında gökte ve yerde kim varsa herkes bayıldı. Kitaplar (= amel defterleri) ortaya kon(ul)du. Nebîler ve şâhitler getirildi. Aralarında hak ile (adâletle) hüküm verildi gibi... daha olmamış olaylar olmuş gibi (zaman dışından, zamansızlıktan) anlatılır bizlere.

Yine bize (buradaki zamana) göre çok uzun sürecek bir olay, zamanın çoook kısa bir ânında gerçekleş(tiril)ir. Belkis’in tahtını Hüdhüd, “göz açıp kapayıncaya kadar” Süleyman’ın huzuruna getirir. Bu olayı bilimsel tefsirciler, gelecekte gerçekleşecek “ışınlanmaya” yorarlar, hâlbuki olay geçmişte yaşanmıştır.

Kur'ân sûrelerinin düzeni “sanki”! “zaman-dışı dünyaya” göre ayarlıdır; zamana alışan bize “karmaşık ve düzensiz” gelir; âyetler bir öte dünyaya gider, bir bu dünyaya gelir. Bir taâ Adem’e, Nuh’a, İbrahim’e, ... (tarihe) gider, bir Muhammed’in (aleyhimüsselâm) zamanına gider, birden kıyamete, öte dünyaya (cennete ve cehennme = geleceğe) yönelir.

Îcaz, bu olsa gerek!.

Kitâb, insanı “rüyada gibi” hem tarihte, hem şimdide, hem de gelecekte gezdirir. Rüyada nasıl zamanın farkına var(a)mazsak, Kitâb’a kendini vererek okuyan da kendini “rüyada gibi” hisseder; âdeta ‘uyanıkken rüya’ görür.

Bu durum, Kur'ân’ın kullandığı dile de yansır. Mazi sîgası, âtiden ve şimdiden;  muzari de maziden ve âtîden bahseder.

Örnek : Ruhlar âlemindeki sahne. 7/Â'raf, 172-173. âyetler. “Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından (min zuhûrihim) zürriyetlerini aldı ve onlara : ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sordu. Onlar da “Evet” dediler... bu sahne bizi sanki “ilk hâle”, “zamansızlık ânına” götürür, oradan da buraya (zamanlı dünyaya) getirir; ortada daha dünyaya ait olan beden yoktur. Bakara, 30-38. âyetlerdeki Rabbin meleklerle diyaloğu, daha insan bedenen yaratılmadan önce gerçekleşmiştir; onlar (melekler) : ‘yeryüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ demişler; Âdem’e (insana) tüm isimler öğretilmiş ve ‘ona secde edin!’ denmiştir; iblis hariç hepsi secde etmiştir. Aynı sahne Â'raf, 11’de “Sizi yarattık, sonra şekil verdik; sonra da meleklere : Âdem için secde edin dedik...” şeklinde geçer. Bu iki pasajda bir çelişki ya da tenakuz yoktur. Söz, zamansızlık düzeyinden bizim anlama (zaman) düzeyimize indirilmiştir; Allah katında zaman yoktur, Allah zamanla sınırlı/kayıtlı değildir; daha ortada insan yokken (Bakara’daki düzey) sözün “bağlamı” böyle kurulmuştur; insan yaratılınca “bağlam” zamanlı düzeye (Â'raf, 11) çekilmiştir.

Bizler ölünce yine zamansız bir dünyada yaşayacağız. Cennette ya da cehennemde ebedî (hâlidîne fîhâ) kalacağız; oralar dâr-ul huld = ebedîlik yurdudur. (25/Furkan, 15. 41/Fussilet, 28.)

Burada zaman aşımının sınırını “ışık hızı” olarak biliyoruz, saniyede yaklaşık 300.000 km/s. Bu sınır aşılınca ortada madde diye bir şey kalmıyor, her şey enerjiye dönüşüyor. Bizim iyi amellerimiz de “iyi enerjiye”; kötü amellerimiz de “kötü enerjiye” dönüşüyor olamaz mı?!. Kötü amellerin yeri (= biz) cehennem; iyi amellerin yeri cennet olamaz mı?!.

(Bir önceki “ölüm” yazımda, bu yazdıklarım “kesin doğru” olmayabilir demiştim; hatırlatırım!.)

Kitâb, burayı = dünyayı ebedî yaşam mekânı olarak görenleri (ëhlede ilel ard) ve kendi keyfince yaşayanları (vettebea hevâ), öte/ebedî âleme hiç hazırlık yapmayanları, “dilini sarkıtıp soluyan köpeğe = femeselühû kemeselil kelb” benzetir. (7/Â'raf, 176.)

Zamanlı dünyanın ölçüleri ile zamansız dünyanın ölçüleri aynı değildir, zamanda her şey nisbîdir.

Düşünün!. Çoook sevindiğimizde ya da çoook üzüldüğümüzde zamanın farkına varıyor muyuz?!. 

Cennette çoook sevinecek; cehennemde çoook üzüleceğiz!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET