ANLAM NEREDE?

'Anlak'ta. 

Anlak nerede?

Akıl ve kalpte = Akleden kalpte.

Türkçede akleden kalbe, gönül (könül ya da köngül) deniyor.

Akıl, tek başına gönüldeki anlamı çekip-çıkaramaz; kalbin yardımına ihtiyaç duyar. Tek elle çoğu şey yapılamaz; iki el gerekir. Kalp, akılla, iş ve güç birliği yapınca gönlü yurt edinir/ler. Dışarıda/n aklın yurdu beyindir; kalbin yurdu da yürektir; içeride/n ise ikisi gönülde birlikte, kardeşçe ikâmet eder/ler.

Anlam, gönüldedir. 

Dilin (dîl’in) bir anlamı da gönüldür ama gönül anlamındaki dil = dîl, kalbin ve aklın yurdu gönülden beslenir.

Zihindeki (anlaktaki) aklın iki vechesi (yüzü, görüntüsü) vardır. İlki, us karşılığı ratio/rasyo; ikincisi, intellect karşılığı ök. Öke, akıllı, bilge ve dahî anlamında. 

Felsefede akıl üçe ayrılır. Akl-ı Maâş : Mâişet peşinde koşan akıl. Akl-ı Meâd : Yaratılışı ve ondaki Hikmeti kavrayan akıl. Akl-ı Küll : İlâhî Akıl. (Akl-ı Mutlak ve Akl-ı Evvel de İlahî Aklın diğer adları/adlandırmalarıdır.) Yaratılmış her akıl tikel (ya da tekil) akıldır ve ışığını (ateşini, nûrunu) Akl-ı Küll’den (Küllî Akıl’dan) alır. Bu akıl, belki Aristo’da “ergon”; Platon/Eflâtun’da “İde/idea’dır.”. Aristo’da ergon, intellecte/insan aklına enerji/energia verir, kaynak ergondur; Platon/Eflâtun’daki idea/ide de mağaradaki akılları gölgesiyle besler.

Seküler anlak, belki ergondur ama aslâ gönül değildir; idea/ide de belki gönle düşen gölge/ler.

Entellektüel, aydın ve münevver anlamında; aydınlanmış (aydından), nurlanmış (münevverden) kişi demek. Bu kişi ışığını (nurunu) içerden mi alır dışardan mı?

Hem içerden hem dışardan.

Ama içerdeki ışığını (ateşini) yakmadan dışardaki ışıklardan (ateşlerden) yararlanamaz.

İçerdeki (içteki = gönüldeki) ateş ile dışardaki ateşlerin “kaynağı” aynı “Kaynak’tır.”!.

Hepsini “Göklerin ve yerin Nûr’u” (24/Nur, 35.) Olan Allah yaratmış; onlara “Kendi Nûr’undan = Rûh’undan” üflemiştir. Her varlıkta düzey düzey, belli yoğunlukta o Nûr’dan vardır; kimi bu Nûr’un bilincindedir, kimi değildir. Kendindeki N/nûr’un bilincine varan, ötekilerde bulunanın da “aynı N/nûr” olduğunu anlar.

Gönül ışığını yakan/lar, hem kendini (içini) hem de kendi dışını (dışarıyı) aydınlatır; aydınlatırken de “aydınlanır/lar”, çünkü onlardaki ateşi de (ışığı da) yakar/lar.!.

‘Mum dibini aydınlatmaz.’ ya da ‘Terzi kendi söküğünü dikemez.’ Atasözleri gönül (iç) ateşi için geçerli olmasa gerek.

Kişi, gönlündekileri (içindekileri) hiçbir kelime ile anlatamazsa (dile dökemezse) susması gerekir.

Söz, “büyüler”. Sözü kötü büyüden kurtarmak, insanlığı kurtarmaktır. Söz, kötü büyüden (şeytanî etkiden = hevâdan) kurtarılmadan insanlık kurtarılamaz.

Şeytanî etkinin yanına bile yaklaşamadığı tek Söz, Kelâmullah Kur'ân’dır, Kur'ân âyetleridir; Kur'ân, dış dünyanın (kevnî âlemin = kâinâtın) Söze dökülmüş özü/işaretleridir; O Söz, bizi en kısa ve en garantili “anlama/ya” ve “inanmaya” ulaştırır.

Yoksa siz (de) inanmanın anlamayla biilgisi yok mu, diyorsunuz?!.

Bence yanılıyorsunuz.

Anlamasız inanma = iman, taklidî; anlamalı inanma = iman, tahkikîdir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET