YENİ EFLÂTUNCULUK

Eflâtun’un (Platon) fikirlerini ondan yaklaşık 550-600 yıl sonra Plotinus Hristiyanlığa uyarlamış, oradan da “İslâm”! (değil kültürü) almıştır. İbn-i Sinâ’daki Zorunlu Varlık (Vâcib-ul Vucûd) buraya kadar dayanır.

Platon’un “İdea/lar/ını” Aristo maddeye indirgemiş ve her maddî varlığı bileşik görmüş; bileşik (mürekkep) varlıklar parçalarına ayrılırlarsa onlardaki “en saf” hâl ortaya çıkar denmiş, en geriye gidilememiş ve aslında bişey de bulunamamış, (bugün de atom altı fizik, CERN’de aynı şeyi yapıyor) buna teselsül denmiş; Aristo, farazî olarak bu en geridekine, ilk başta Olan’a “ilk hareket ettirici”  demiş, O’nu mükemmel saymış, adına da Tanrı demiş...

Bu, filozofların Tanrı’sıdır; Peygamberlerin Tanrı’sı “her ân iş başındadır” = “külle yevmin Hüve fî şe’n” (55/Rahmân, 29.); O, sadece ilk sebep değil her ân her yerde ve her şeyde “Aktif Sebep’tir” ama bizler O’nu (Görünmeyen Aktif Sebeb’i) değil görünen sebepleri dikkate alıyoruz ve araya biiir sürü sebep ilâve ediyoruz. 

Etmeliyiz! ama o sebeplerin “arkasında” da O’nun olduğunu da bilmeliyiz. Hz. İbrâhim ne diyordu? “Yalnızca âlemlerin Rabbi Benim dostumdur. (O’nun dışındakiler düşmanımdır.) Beni yaratan ve yol gösteren O’dur. Beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman Bana şifâ veren O’dur.” (26/Şuarâ, 77-80.)

Filozofların Tanrı’sı gibi bir Tanrı’ya inanırsak O sadece bizi yaratır; yol göstermez, yedirmez-içirmez, şifâ vermez; yolu başka “mürşitler, öğretmenler”! gösterir, ana-babamız, patronumuz! yedirir-içirir, doktorlar, ilâçlar (otlar, kimyasallar)! şifâ verir... Aslında bunların hepsi “perdedir”; biz bu kalın perdelerden “ASIL FÂİL’İ” göremiyoruz.

“Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.” (2/Bakara, 7.)

Bu âyetin bağlamı = onlar denilenler kâfirler, ama ben küfrü sadece inkâr anlamında değil fiil ve sıfat anlamıyla da anlamak/görmek istiyorum. 6. âyet, “innellezîne keferû” diye başlar; keferû, hem kâfirleri hem de kefera fiilinin cem’ini/çoğulunu ifâde eder; dolayısıyla buradaki keferû, örtenler = perde ile gizleyenler anlamına da gelir; o zaman da o perde, “göze ilk görünen sebepler (fenomenler) dünyası” olur; perdenin arkasını merak etmez, o dünyaya takılıp kalırız, ya da Yeni Eflâtunculukta olduğu gibi önümüze gelen/çıkan her perdeyi sıyırarak bir arayışa gireriz ama hiçbir perdenin arkasında O’nu bulamayız; bıkarız (teselsül) ve “aslında olmayan son perdenin”! arkasında “O Var”! deriz; halbuki O, “her perdenin” arkasındadır; O’nunla bizim aramızda “perde yoktur”!, perdeleri biz koyuyoruz!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET