ANLAM/A ve DİL

Anlam, derinde ama kuyu değil; derûnda, deryâ-denizde olan; dil, o anlamı “o deryâdan/derinlikten” çekip-çıkaran ve insanların istifadesine sunan toplumsal araç/bakraçtır.

Her toplumun dili (= aracı-bakracı), anlama/ya olan gereksinimi oranında zengin ya da fakirdir.

Türk Dili = Türkçe, Türklerin Dilidir, bu dil, Orta Asya’da şekillenmiştir, ilk Türk yazıtlarından kabul edilen Kutadgu Bilig’deki yaklaşık 3000 kelime-kavramın dağılımı büyük oranda Arapça-Farsça (400 Arapça, 130 Farsça), birazı Uygurca (Kutadgu Bilig yazıldığında M.1069/H.462, Uygurlar Budist’tir.), birazı Çince, Sanskritçe ve Soğdca'dan oluşur ve bunların toplamı 100’ü geçmezmiş. (Kaynak : Nuerjiamalı Maımaıtıaılı. Kutadgu Bilig’in Söz Varlığı. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul YTÜ, 2013.)

Türk Dilinde anlama/ya ulaşmak “uyanmak” sözcüğü ile karşılanır. Uyanmak sözcüğü zamanla ses değişikliğine uğramıştır; aslı od-unmak, od, ateştir; odunmak, kişinin “içinde ateş yakması” demektir. Odun, kendini bilmeden, anlamadan yanmadır/yanandır.

Uyanma ise, kişinin anlam deryâsı (denizi) ile irtibat (bağ) kurması ve artık o deryâdan beslenmesi (yorulunca tekrar uyuması ama uyanınca) bunun “bilincinde/şuurunda” olmasıdır.

Uyanmak, içimizdeki ateşi yakmaksa, Hz. Mûsâ’nın Tûr’da gördüğü ateşi, dışarıda mı aramalıyız?!.

Ölüm uykusu, artık o ateşin yakılamaması, uyanamamak, değil midir?

Ayakta uyumak, zâhiren uyanık görünüp olup-bitenin farkında olmamak (dışardan uyanık/canlı görünüp içeride uykuda/ölü olmak) değil midir?!.

Anlam, Ruhtur. O Ruh herkese üflenmiştir ama çoğu insan o Ruhun ateşini söndürmüş, söndürmese bile o ateşi oldukça zayıflatmış ve ortalıkta “ruh gibi” dolaşmaktadır. (İkinci ruh –ruh gibi dolaşmak--, hiçbir şeyin farkında olmamak, bilinçsizlik anlamındadır. Bu ruhun ilk ruhla bir alâkası yoktur; sadece ses ve harf benzerliği vardır. Bu da her sesin = lafzın mânâ/anlam ile aynı olmadığına işarettir.)

Harf (alfabe), kabuk ve görüntüdür; mânâ (anlam) özdür; ses ve söz ise harflerle (alfabe) mânâ/anlam arasında gidip-gelen aracılar/araçlardır. Ses ve söz, harfe yaklaşırsa konuşma = lakırtı ve yazma = karalama; mânâya yaklaşırsa anlama, kavrama ve idrâk adını alır.

“Anlamla tanışanın”! dile (konuşmaya, yazmaya) ihtiyacı kalmaz. O, her şeyi “sukût halindeyken de” anlar ve kendisi de “sukût halindeyken” konuşur.

Ama bizler için dil (konuşma ve yazma), hâlâ gerekli ve vazgeçilmezdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET