AKÂBE
Akâbe (عقب), zor, dar, sarp geçit/boğaz anlamında. Bu kökten, âkibet, ukbâ, ukb/ukûb, ıkâb, ıkbâl, akîbe çoğulu a’kâb (ökçe) kelimeleri türer.
Zor ve dar bir geçitten (dünyadan, belki de sırat köprüsünden) geçiyoruz, tıkış tıkış. Önceden (cennetten) düştüğümüz (hubût) gibi yine çoğumuz “düşecek”!. Çook daha aşağıya (ceheneme) inecek!; çoğumuzun âkıbeti (ukbâsı) çook daha kötü olacak!. (Hafazanallah.)
“... vel âkıbetü lil müttaqîn.” (28/83. 11/49. 7/128. 20/132.) İyi âkibet = son, Mütteqîler içindir; ötekilerin sonu kötüdür.
Mütteqînin kökü, taqvâ. Taqvâ, “korku ile karışık saygı. Sorumluluk.”
“Kimse”, “sarp yokuşa = akâbeye” (90/Beled, 11-12.); tâlip değil, tâlip olan da dayanamıyor, kaçıyor!.
Yolun sonu “görünüyor”!.
Âkıbetimiz hayrola!.
Yorumlar
Yorum Gönder