UYARI = İKAZ
“Söz, ağızdan çıkar.”, diye bir atasözümüz var; verilen sözün tutulması anlamına geliyor. Ahzab sûresinin 4. âyeti ile (= “... bu, sizin ağızlarınızdaki sözlerdir = lâflardır = kavillerdir...”) bu atasözünü karşılaştırsak, nasıl bir sonuca varabiliriz?!.
Söz : Kâle’den kavl. Bu âyetteki kavl, kalpte bir yeri olmayan, kökünün/kaynağının sadece ağız olduğu söz. Âyet, zıhardan söz ediyor. Zıhar ne?!. Eşi, anaya benzetmek. Eş, anaya benzer mi?!. Zahiren benzer; kadın, kadına benzer; ama, kişiyi doğuran kadın (= ana), eşten farklıdır. Bu fark, nereden gelir?!. Yürekten = Kalpten. Allah, bir kişiye iki yürek/kalp/gönül vermez, vermemiştir. Bu ne demek?!. Bir kalp, bir kişiyi iki türlü sevemez. Bir kalpte herkesin sevgisinin düzeyi, çeşidi ve yeri ayrıdır, farklıdır. Kalpteki sevgiler hiyerarşiktir; en çook = eşed sevilen, ilâhtır; ilâh edinilmiştir. = “...eşeddü hubben lillah...” (2/165) Kişi, aynı anda, bir çook şeyi veya kişiyi sevilebilir ama bu sevgiler çatışmaz. Eğer bir kişide iki kalp (= yürek, gönül) olursa, o kişi, iki yüreğin (= kalbin) çatışması ile çift kişilikli hâle gelir. Buna dissosiyatif kimlik bozukluğu denir; bu, çook ciddî bir hastalıktır. Anasına, karısı gibi; karısına, anası gibi bakan (= yaklaşan) adam, böyle bir adamdır. Bu adamın sözleri (kavlleri), kalbinin kavilleri değil, ağzının boş sözleri/lâfları, gevezelikleridir. (Karısına: “sen, benim anam gibisin.’ = zıhar; veya tersinden ‘anam, avradım olsun.’ diyen adam, hasta bir adamdır.)
Bu meseleyi bu kadar izah, kâfî. Ben, sûrenin ilk üç âyetine dönmek istiyorum.
“Ey Nebî!. Allah’tan kork!...” (33/1.)
Böyle başlıyor sûre.
“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme!...” (33/1.)
“Muhakkak Allah her şeyi bilir. O, hüküm ve hikmet sahibidir.” (33/1.)
Nebî, Allah’tan korkmaz mı, kâfirlere ve münafıklara itaat eder mi?!.
Bu uyarı niye?!.
“Rabbinden Sana ne vahyediliyorsa ona (= vahyedilene) uy = tâbî ol!. Ne yapıyorsan (= yaptığın her şeyden), Rabbin haberdardır.” (33/2.)
“Allah’a (= Rabbine) tevekkül et! (= güven). Allah, vekil olarak Sana kâfî.” (33/3.)
Senin başka bir arayışın, başka bir bildiğin mi var?!.
Dikkat!, bu uyarılar (= ikazlar), Nebî’ye!.
Ya biz, bizim hâlimiz?!...
Aynı uyarıları kendi üzerimize alsak :
• En çok Allah’tan mı, yoksa başkalarından mı “korkuyoruz”?!. Kimden en çok korktuğumuz için, en çok kimin emrini dinliyoruz?!.
• Kâfirlere ve münafıklara itaat ediyor muyuz, etmiyor muyuz?!.
• En çok kime güveniyoruz?!. Çocuklarımıza mı, kazancımıza (= emekli maaşımıza) mı, devletimize mi, Allah’a mı?!. Soruyu biraz daha hafifleterek şöyle de sorabilirim. Aç kalmaktan, hapis yatmaktan korktuğumuz kadar, Allah’ın azabından da korkuyor muyuz?!.
Efendimize yapılan bu uyarıları = ikazları, bizler de üzerimize alsak çook iyi ederiz, ileride çook faydasını görürüz; şayet 'korkuyorsak'!, korktuğumuz başımıza gelmez.
Yorumlar
Yorum Gönder