SANKİ, ÖTELEME
Veya erteleme; ertelerken de basite indirgeme.
İmtihandan, hayat sınavından söz edeceğim. Sanki, bu sınavı ölüm sonrasına, kabre veya kabirde sorulacak Münker-Nekir sorularına erteliyor; yaşarken sınavda olduğumuzu unutuyoruz.
Sınavın soruları, biz yaşarken, her ân, her iş veya eylemlerimizle bize soruluyor, bu sorulara verdiğimiz cevaplar da amel defterlerimize her ân kaydediliyor. Bunu unutur da bu sınavı, kabirde sorulacak üç-beş basit soruya (= Rabbin kim, dinin ne, Kitâb’ın ne, ...) indirgersek, bu soruları ezberler ve sınavı kolayca/kolaylıkla geçeriz!!!.
Gözün aydın, geçtin; cenneti hak ettin; ne mutlu sana!.
Sizce, bu iş bu kadar basit mi?!.
Bu muazzam kâinat, bu hayat için, bu insan için yaratılmış olsun, insan da üç-beş basit soru ile bu sınavı geçsin ve çook daha muazzam bir yeri = cenneti hak etsin!.
Bu sorular elbet sorulacak, ama Allah-u A’lem, bu şekilde değil, şu şekilde sorulacak : Dünyada şu kadar ömür geçirdin, bu süre zarfında Rabbin kim/di = seni kim terbiye etti = kimin emrini dinledin?!. Hangi Kitâb’a göre yaşadın, Kitâb’ın neydi?!. Hangi Peygamberi rehber edindin?!... (Haâ, Münker-Nekir melekleri : bir de şuna itikattaki ve ameldeki mezhebini soralım, diyebilir!. Bak, işte burayı şaşırabiliriz, işte o zaman işimiz yaş/harab!)
Yine de, bu soruların hepsinin cevabını bir kâğıda yazsak, yarım sayfa ancak tutar; bunları herkes (en aptalımız bile) ezberleyebilir ve bu sınavı rahatlıkla geçebilir.
Tekrar soruyorum. Bu iş bu kadar basit ve kolay mı?!.
Bu kadar din, bu kadar Elçi (= Peygamber) bunun için mi gönderildi?!.
Bu koca kainat, bu kadar insan, bu kadar basit 3-5 soruyu cevaplamak için mi yaratıldı?!.
Bu kadar Elçi ve Kitâb’lar, bunun için mi gönderildi; bu kadar eziyet bunun için mi çekildi?!.
O Kitâb’lardaki onca hüküm (= emir ve yasak) boşuna mıydı, şaka mıydı?!.
Kendimizi aldatmayalım.
Bizi aldatanlara da kanmayalım.
Dinimizi ciddîye alalım.
Tekrar ediyorum, sınavın/sınavımızın soruları her gün, her ân bizlere soruluyor; o sorulara verdiğimiz “cevaplar” (= sözler, davranışlar) da amel defterlerimize yazılıyor. Yarın, Rabbin kim/di, Rehberin kim/di, Kitâb’ın neydi?!... sorularına verdiğimiz cevapların sağlaması, amel defterlerimize bakılarak yapılacak.
Münker-Nekir ile Kiram-en Kâtibîn meleklerini çatıştırmayalım; yarın, Kiram-en Kâtibîne, siz yanlış yazmışsınız, ben “doğru şıkkı” işaretlemiştim mi, diyeceğiz?!.
İş bu kadar basit veya kolay olsaydı, herkes istediği gibi yaşar, bu arada da iki satırlık, o basit 3-5 sorunun cevaplarını ezberler ve cenneti çantada keklik görürdü.
Doğru-düzgün, düzenli ve istikrarlı bir hayat yaşamayanlar = yaşarken TEK ve BİR İLÂH’ın = ALLAH’ın ilâhlığına boyun eğmeyenler = yaşarken söz ve eylemleri ile fiilen “Lâ ilâhe illâ-l Allah, Muhammed-ur Rasûlüllah.” demeyenler; ölürken veya ölünce “Lâ ilâhe illâ-l Allah, Muhammed-ur Rasûlüllah.” diyemezler!. Bu söz (= motto, şifre), biz yaşarken ve burada, şimdi, eylemlerimizle bizim tüm hücrelerimize kazınmalı, kalıcı kılınmalı ki, yarın (= ölürken veya ölünce) dilimizden (= tüm hücrelerimizden) kolayca çıkabilsin!.
Ben, dün ezberlediğim bi şeyi, sürekli tekrar (= zikr) etmezsem, bugün unutmuş oluyorum; bu konuda kendime pek güvenemiyorum.
Sizin hafızanız iyi olmalı!. Belki siz yırtar, bu sınavı kolayca geçersiniz. Benim çook çalışmam lâzım. Bana müsaade.
Yorumlar
Yorum Gönder