IŞIK HIZI

Işık hızı, saniyede yaklaşık 300.000 km/sn’dir. Kütlesi (= bedeni) olan hiç bir “cisim” bu hızı geçemez; geçerse, “yanar”!, kütlesi yok olur.

Bu yazıda ben sizi, 20/Tâ-Hâ, 109. âyet bağlamında “hayalen” bu hızda hareket ettirerek öte dünyaya götürüp-getireceğim!. Önce âyeti vereyim.

“O gün, Allah’ın izin verdikleri ve sözünden râzı (= hoşnut) oldukları hariç, kimse şefaat edemez.” (20/109)

Yoğunlaşmamız gereken kavram, şefaat. Bu âyete göre, şefaatte “tam yetkili” Allah, ve Allah, başkalarının şefaatini de iki şarta (aslında tek bir şarta) bağlıyor : 1) Şefaat yetkisi vereceği kişiden râzı olması. 2) Şefaat yetkisi vereceği kişinin sözünden râzı (= hoşnut) olması.

Ben, “oradaki” bu iki şartı, “bura” ile bağlantılı görüyorum; bu yüzden bu “hayalî ışık hızı yolculuğunu” önemli sayıyorum. 1) Oradaki rızâ, burada kazanılır. = Rızânın kazanılma yeri burasıdır. 2) Bu rızâ, burada kazanılırsa, o rızâyı kazananın her sözü burada şefaat olur; ve, o sözü dinleyene = o söze itaat edene, o sözü söyleyen “burada” şefaat etmiş olur.

“Burada” şefaate nâil olmayana = burada şefaatten nasibi olmayana, “ötede” şefaat edilmez. Öte, bir “torpil yeri” değil, hesap yeridir. Biliyoruz ki, Allah’tan sonra en büyük şefaatçi Efendimizdir. Burada, Allah ve Rasûlünün Sözünü dinlemeyenlere, ötede Allah ve Rasûlü şefaat etmez!. Ederse, gönderilen Kitâblar ve Elçiler “boşa”! gönderilmiş olur ve bu dünya imtihanına "şike"! karışmış olur!. Allah ve Rasûlü, bundan münezzehtir.

O gün, bugündür. Bugün, o gündür.

Zaman, bizi aldatıyor. O günü, gelecek zannediyoruz ve sorumluluklarımızı sürekli erteliyoruz; o gün geldi, biz fark etmiyoruz; ışık hızına (= zamana) kanıyoruz!.

O gün gelince zaman artık yok, olmayacak; o gün zaman, “ebedîleşecek”!; zaman, “şimdi ve burada”!.

...

Ölünce, kütlelerimizi (= bedenlerimizi) burada bırakıyoruz; öteye ruhlarımızla gidiyoruz. Biliyoruz ki meleklerin de şeytanların da kütlesi = bedeni yok. Melek, nurdan; şeytan, nardan; ikisi de "ışıktan"! yaratılmış varlıklardır. Kütlesiz ruh, haz almaz ve acıyı duymaz diye bir kural mı var; bunu kim test etmiş?!.

Bura (= bu dünya), kütlemizle (= bedenimizle) var olduğumuz (= göründüğümüz) bir mekân. Ötede bize, öteye (= cennete) uygun, dışkılamanın olmadığı “şeffaf bir beden” giydirilebilir. Cehennemliklerin bedeni de cehenneme uygun yaratılabilir. Allah, niye kâdir değil ki!. Bu mesele (= öte dünyadaki bedenlenme meselesi), kelâmın en hassas, en bıçak sırtı konusudur; çok kişi, bu mesele yüzünden tekfir edilmiştir.

En doğrusunu Allah bilir.

Benimkisi, bir “düşünce deneyi”, bir hayal!. Öyle okuyun, öyle anlayın. Ben bu âyeti böyle anladım; elbet, benim anlamam sizleri bağlayıcı değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK