VARLIK ÇEŞİTLERİ

Veya var’ın çeşitleri. İkisi aynı değil; biri, büyük, bütün ve sonsuz var; ötekiler, bu var’ın içindeki var/lar; yâni tümel var, tikel var. Bu, felsefinin var’ı, var/ları. Dinin var’ı, var/ları da görünen var/lar (= şehâdet âlemi), görünmeyen var/lar (= gayb âlemi). Görünen var/larda da (= şehâdet âlemi), görünmeyen var/larda da (= gayb âlemi) tikellik (tekillik) ve tümellik var. Dinde ise, bu var/ları var eden Bir Var (= Allah) daha var.

Var olanların, var/ların bizdeki varlığını sıralarsak :

Göremediğimiz var-lar : Melekler, ruh, Tanrı, akıl, gibi. 

Düşünemediğimiz var-lar : Düşünemediğimiz için bunlara ‘yok’! diyoruz.

Düşünebildiğimiz var-lar : Bunlar, aynı zamanda hem görebildiğimiz hem de göremediğimiz var’lardır.

Görebildiğimiz var-lar : Somut var-lar : Taş, ev, araba, insan (bedeni), Güneş, Ay, vb.

(Felsefede görünmeyen var/lara numen (töz, öz, cevher); görülen var/lara fenomen -- gölge, ışık, ses dahil -- denir.)

Dünya (hayatı), bir görüngüler (= görüntüler, fenomenler) dünyasıdır. Burada bizde görünen, bedenimizdir. Ama biz, sadece beden değiliz, bedenle var değiliz.

Aynı zamanda düşünen varlıklarız. (= Cogito ergo sum. Descartes.) Descartes, kendi varlığını, düşünmeye (düşünceye) endekslemişti. “Düşünüyorum (öyleyse) varım.”, demişti. 

Hepimizin varlığı gibi, Hz. Âdem’in, Hz. İbrâhim’in, Socrates’in vb. insanların bedenî varlığı da 60-70 yıl, bilemedin 1000 yıl var/dı; ama onların düşünsel = düşüncedeki varlığı ebedî var, ebeden var olacak. Bu, kötü düşünceliler için de geçerlidir. 

Demek ki maddî veya görünür varlığımız geçici; buraya = bu dünya hayatına has/özgü. Ama düşünülür, düşüncedeki varlığımız ebedî.

Ebedî yaşamak = ebedî var olmak, ebedî var kalmak istiyorsak, düşünen varlıklar olmamız gerekiyor.

Düşünen varlık hâline gelemeyenler, (en azından burada) kısa zaman sonra unutuluyorlar. Ötedeki hâlleri de, “silik ve sönük” olması; kimsenin onları fark etmiyor olması, kuvvetle muhtemel!.

Düşünmeyi bu kadar övdüm, yücelttim ama düşünme, salt düşüncede veya düşünmede kalırsa = düşünülenler söze ve yazıya dökülmezse, bunu düşünenden başka kimse bilemez. Söz ve yazı, düşüncenin dışa vurumu, görünür hâlidir, ve bu, düşünenin düşük yoğunluklu bir eylemidir.

Düşünce, asıl, asil ve tam olarak kendini düşünenin eylemlerinde (= hayatında) gösterir. Düşüncenin söze ve yazıya dökülmesinde “sahtekârlık” yapılabilir ama düşünceyi “aynen, olduğu gibi” eyleme dökmek, samimiyet ister. Bunu “tam anlamıyla” sadece Peygamberler başarabilmişlerdir. Düşünürlerdeki ve filozoflardaki açık falsolar, çok kolay fark edilebilmiştir.

Öyleyse, varlık çeşitlerine bir de, eylemdeki (= ameldeki) varlığı = fiilî varlığı eklememiz gerekiyor. Bence, “gerçek V/varlık” bu.

Fiilî var-lığımız, amel defterimiz. Amel defterimize, söylediğimiz sözler, yazdığımız yazılar ve yaptığımız işler (= eylemler, davranışlar) yazılmıyor mu?!.

Bizler, Tanrı'nın (= Allah’ın) Var-lığını da O’nun Sözleri (= Kelâm’ı) ve Fiilleri (= âlemdeki işleri) ile bilmiyor muyuz?!.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK