ÖNGÖRÜ
Öngörü, ileride (= gelecekte) olacakları şimdide “tahmin” etmek, önceden görmek; bir tür kehânet.
Gelecek (te olacaklar) bilinebilir mi?!. Bilinebilseydi, bence yaşamın hiçbir esprisi (= tadı tuzu) kalmazdı. İnsan, yapmak istediği şeyler için yapsam da yapmasam da “nasıl olsa olacak” der, hiçbir şey yapmazdı. 80 yaşına kadar yaşayacağımı bilsem, 79’a kadar ‘vur patlasın, çal oynasın’ yaşarım; 80’e üç ay kala bir “nasuh” tövbesi, bir “hac” yapar, kurtarırım!.
Gelecek bilinemez, bilinmemeli de. Ama gelecekten haber verenler var; onlar geleceği (= gelecekte olacakları) nasıl biliyor da bizlere haber veriyorlar?!.
Şu kesin : Gelecekten haber verenler, zamana hükmedenler. Zaman, bize göre, geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşur; onlar (= gelecekten haber verenler), geleceği şimdiye çağırırlar.
Allah’tan başka zamana hükmeden yoktur. Öyleyse, sadece Allah’tır bize gelecekten haber verecek olan.
Ya kâhinler, falcılar?!. Onların haberi, büyük oranda işaret (= âyet) okuma yoluyla, biraz da işkembe-i kübra ile. Kâhinler, Kitâb’ın şifrelerini çözen din adamlarıdır.
Pekiî ya öngörü (= hissi kablel vukû’?!. Öngörü, içe doğan bir his/duygudur, sezgidir. Duygular veya sezgilerin paylaşımı çok zordur; kişiseldirler, sadece hisseden/sezen kişilerin hayatlarını bağlar.
Hislere (= sezgilere) güvenebilir miyiz?!. Bu soruya cevap vermeden önce bir soru daha soracağım.
Duygu mu güçlü, bilgi mi?!. Biraz açayım. İnsan, duygularına (= hislerine) veya bilgilerine (= bildiklerine) göre mi, hareket etse daha doğru (= daha isabetli) bir iş yapmış olur; yoksa her ikisi de gerekli midir; yâni biliyorum ama hissetmiyorum veya hissediyorum ama bilmiyorum gibi bişey olabilir mi?!.
Farkındayım, yine derdimi açık bir şekilde anlatamadım. Ölüm örneği üzerinden gideyim. Neredeyse her gün bir çok ölüme/ölüye şahit oluyoruz. İnsanların ölümlü olduğunu, öleceğini biliyoruz. Ben de insanım, ben de öleceğim, diyoruz. Öleceğimizi BILİYORUZ. Pekiî, HİSSEDİYOR muyuz?!. Ya da bizde bu BİLMENİN VE HİSSETMENİN GÜCÜ (= ETKİSİ) ne kadardır?!.Şöyle de sorayım. Bu BİLME ve HİSSETME, bir öngörü (= geleceği bilme = sezme) değil mi?!.
Şimdi, hislerimize (= sezgilerimize) ve bilgilerimize güvenebilir miyiz, ne kadar (= nereye kadar) güvenebiliriz; sorusunun cevabını siz verin.
Öleceğimizi biliyoruz ama ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz.
Öleceğiz ama daha bize çook, henüz sıra bizde değil, der gibi hareket ediyoruz. Belki 10 dakika, belki 10 gün, 10 ay, yıl, vs. sonra öleceğiz, ama KESİN öleceğiz. Öleceğimizi “bile bile”! ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Öleceğimizi “hissede hissede”! (?!), “öngöre öngöre = seze seze” (?!) dünyaya bağlanıyor, kazık çakıyoruz.
Efendimizin buyurduğu gibi, “ölüm, büyük ders, büyük nasihattir.” ama bizler bu kadar çok ölü/m gördüğümüz hâlde o dersi/nasihati de dinlemiyoruz; dinlesek de önemsemiyoruz.
Sizce, bizdeki ölüm (= ölüm bilgisi, hissi), öngörü mü, yoksa öngörüden daha güçlü ya da zayıf bişey mi?!.
Bir de uz görü (= uzağı görme, uzak görüşlü olma) tabiri var. Bu tabir de öngörü gibi; uzağı (= geleceği) yakına (= şimdiye) getirme; geleceği şimdide/n bilme.
Ölüm, bize de (gelecekte) GELECEK, biz onu ŞİMDİ/DE/N biliyoruz (= öngörüyoruz) ama bu BİLGİ veya ÖNGÖRÜ veya HİS pek de bi işimize yaramıyor.
Neden?!.
Çünkü, kalplerimiz paslı birer maden.
Yorumlar
Yorum Gönder