ECEL
Aslında, “ecel-ün müsemmâ”. Müsemmânın düz, ilk (= kelime, etimolojik) anlamı, isimlendirilmiş; ikinci, buradaki anlamı belirlenmiş, kendisine belli bir zaman (= ömür) verilmiş, demek. Demek ki isim verme ile belirleme veya süre verme arasında bir ilişki var. Her bir isim, belirli bir varlığa karşılık kullanılıyor. Varlıklara isim verilirken, belirleyici (= onları birbirinden ayırıcı ve birleştirici/benzer) özellikleri dikkate alınıyor.
Zaman da bu özelliklerin bir parçası olmalı. Bize (hatta tüm varlıklara) verilen zaman da (= ecel de) farklı olmalı.
Bu ecel (= bize verilen bu zaman kredisi) bitince, insanlar (herkes, her şey) ölmeli, ölüyorlar da.
“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir ân ertelenir ne de bir ân öne alınırlar.”
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ
(7/34.) Tam zamanında ölürler.
Eceli gelenin zamanı kalmıyor, tamamen bitiyor ve ölüyor; ölen kişi, artık zamansızlaşıyor veya zamansız yaşıyor.
Ölüm, zamansız yaşamaktır.
Ölüm, ölmek = yok olmak değildir.
Zamanlı, zamana (= kendisine verilmiş zaman kredisine) mahkûm yaşayanlar, zamanlı (= borçlu veya minnetli) yaşamanın ne olduğunu, nasıl bişey olduğunu bilerek yaşarlar; ve, zamansız (borçsuz, özgür, minnetsiz) bir dünyada yaşamak için, buradayken kendilerini hazırlarlar.
Burada kendilerine verilen zaman kredisine mahkûm oldukları hâlde, o krediyi “çar-çur” ederek, kaygısız ve sorumsuz yaşayanlar ise, zamanın olmadığı = zamansız yaşanan bir dünyada hep (= sürekli) borç öderler ve o borcu aslâ bitiremezler. Çünkü, borç ödemek için, yeni borç almak zorunda kalırlar/kalacaklar ve borçları da sürekli artacak; bu da onlara azap veya acı olarak geri dönecek.
...
Din, deyn kökünden geliyorsa, borç (ödemek) demek; o zaman din, borç Veren’e o borcu ödeme sorumluluğudur. Dinin Sahibi bu borcun, burada, bu zamanlı dünyada bilincinde olun, Bana kulluk edin, Ben de size zamansız, zamanın olmadığı dünyada çook daha fazla borç vereyim, üstelik orada size bu borcu ödeme yükümlülüğü de vermeyeyim, diyor, bize böyle bir teklif sunuyor.
Nasıl teklif ama!...
Aslında bu teklif kaçmaz!, ama insan, ölüme rağmen, peşin olanı (= dünyayı) garanti görüyor, tercih ediyor, sadece bugününü hesap ediyor, anlık yaşıyor, geleceğini düşünmüyor.
Bence herkes, hak ettiğini görecek, bulacak ve çekecek; Allah hiç kimseye haksızlık etmeyecek. (= zulmetmeyecek). Burada Kendisini Tek ve Yegâne ilâh olarak görüp sevenlere-sayanlara ise, ekstra rahmet ve merhameti, lütuf ve keremi ile muamele edecek, onları ziyadesiyle memnun edecek.
Bunu, ‘burada ve şimdi’ (bu zamanlı dünyada) bilmeyenler, anlamayanlar; zamansız dünyaya göçünce (= ölünce, kendilerine verilen süre/ecel bitince) bilecekler, anlayacaklar ama işte o zaman! (o zaman, zaman yok!) eyvaah diyecekler.
Yorumlar
Yorum Gönder