ZAMAN HAKKINDA

Zaman hakkında söz söylemek kolay değil. İbn-i Haldun’a zamanı sormuşlar : “Bekleyince yavaşlar, gecikince hızlanır, üzülünce can yakar, mutlu olunca kısalır, sıkılınca uzar, acı çekince bitmek/geçmek bilmez.” demiş. Augustinus : (yaklaşık olarak, İtiraflarım’dan mealen) “Sorulmasa bildiğim, sorulunca bilemediğim bişey.” demiş. Zaman, her şeyin ilâcı imiş. “Vakitlerle (= zamanla) yâkutlar elde edilir ama yâkutlarla vakitler elde edilmez.” Hz. Ali. “Dört şey geri dönmez : 1) Atılan ok. 2) Harcanan para. 3) Ele geçen fırsat. 4) Geçen zaman.” Hz. Ömer.

“Allah Tealâ buyuruyor ki : Âdemoğlu dehre (zamana) söverek bana eziyet verir. Halbuki Ben dehrim (= zamanın yaratanıyım). Her şey Benim elimdedir. Geceyi, gündüzü Ben idare ederim.” (Kutsî Hadis. Buharî, Tefsir 45.)

“İnsan (henüz) anılmaya değer bir şey değilken, onun (= insanın) üzerinden dehr’den bir hîyn (= zaman) gelip geçmedi mi?!.” (Âyet : 76/1.)

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً

...

Önceki yazılarımda, zaman, bizi aldatıyor, demiştim. Gerekçelerimi “kesin olarak” açıklayamam ama bir kaç soru ile açabilirim. Biliyorum, açıklama, açma değil; ama çözmeyi, çözümlemeyi deneme. Belki, bu sorulara birileri cevap verebilir.

Bizden (= insandan) söz edilen ilk ânımızda (= kâlû : belâ’da), zaman var mıydı; varsa bu zaman, dehr mi idi, hîyn mi idi?!. Hîyn, zamanın (= dehr’in (geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde) bölünmüş hâli olabilir mi?!. ‘Kâlû : belâ’da, zaman (= dehr), henüz bölünmemiş olabilir mi (idi)?!. Biz, orada (= kâlû : belâ’da) verdiğimiz sözü bozunca (= yasak ağaca yaklaşınca), bu zaman (= dehr) bölünmüş, hîyne dönmüş olabilir mi?!. Bu bölünmemiş zamandan bize verilen süre de ecelimiz olabilir mi?!. Bu ecel bitince = bize verilen bu süre (= ecel) sona erince, tekrar bölünmemiş zamana (= dehre) dahil oluyor olabilir miyiz?!.

Bizler burada, bölünmemiş (= sonsuz) zamanda yaşamayı ve düşünmeyi beceremiyoruz; zamanı geçmiş, ân/şimdi ve gelecek olarak bölüyoruz. Tüm = tam = bölünmemiş zaman, algı dünyamızın dışında!. O zaman (= tüm = tam = bölünmemiş zaman), aslında bu zaman; bize geçmiş zaman (= geçmişte yaşanmış ve ileride/gelecekte yaşanacak zaman) gibi geliyor. Gelecek = yaşanacak zaman da o zaman; biz, o zamanı henüz gelmedi sanıyoruz, geldi; o zaman da bu zaman. Zamanı bölmesek, bunu daha iyi anlarız. Bizi aldatan zaman, bölünmüş zaman (= dünya hayatı)!.

Bölünmemiş zamana “ân-ı dâim” deniyor. Ân-ı dâim, zamanın bâtını; bölünmüş zaman, zamanın zâhiri imiş!. Biz bu bâtını ıskalayarak zâhire aldanıyoruz. Büyük ihtimalle bunu “ölünce” (= bize verilen bölünmüş zaman sona erince) anlayacağız.

Ölünce de, keşke ölmeden anlayabilseydik diyeceğiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK