RENK
Renk : Cisimlere yansıyan ışığın bizdeki (= gözdeki) görünümü.
Her cismin ve herkesin farklı rengi var. Renk farklılıkları, cisimlerin ışığı alma ve onu (dışa/dışarıya) yansıtma kapasitelerine göre değişiyor.
Kimi cisimler opaktır. Opaklık (= opak olma), ya ışığı hiç (içeri) al/a/mama, ya da hiç (dışa/dışarıya) yansıt/a/mamadır.
Şeffaflık ise, içeri alınan ışığı olduğu gibi (= aynen) dışarı vermedir.
...
"Allah, göklerin ve yerin Nûr’udur." (= ışığıdır.) (25/35)
Allah, yarattığı her varlığa Nûr’undan belli bir pay/ı da vermiştir.
İnsanı da Nûr’undan nasiplendirmiştir.
Rengi, Nûr ortaya çıkarır.
...
Renk, boyadır.
Allah, insanı yaratırken, ona = onun (= insanın) fıtratına “insan boyasını” sürmüştür. Âdem’den (= insandan) önce de “sayısız renkte” varlığı (bitki, hayvan, melek, vs.) Âdem’i de (= insanı da) insan olması ve/veya Kendine kul olması için yaratmıştır. İnsana insan rengi vermiş ama onu aynı zamanda, hem rengini belli etmeyen, hem de rengini değiştirebilen özelliklerle de donatmıştır.
İnsan için en güzel boya (= renk), bize Allah’ın çaldığı boyadır. “sıbğatallah, ve men ahsenü minellahi sıbğa; ve nahnu leHû âbidûn.” (2/128)
...
Bu insanların kimilerinin rengi atmış, matlaşmış; kimileri de renk değiştirmiş, bükelamunlaşmış; kimileri de renk değiştirmekle (kendilerine makyaj yapmakla) meşguller...
...
Adam (= erkek-kadın), 50-60 yaşına gelmiş, hâlâ rengini belli etmiyor ama Müslüman olduğunu iddia ediyor!; rengini belli edenlere de laf ediyor.
Müslüman, (münafık gibi) renkten renge girmez. Kafirin bile belli bir rengi vardır; o, ya renk almaz ya da aldığı rengi (ışığı) karaltır, kapkara yapar.
Rengini belli etmeyen veya sürekli renk değiştiren adamları tanımak zordur.
Münafıklar, içinde yaşadıkları şartlara göre renk değiştirirler; onların net bir renkleri yoktur.
Benim kalbim temiz deyip renk vermeyenler de var; elbet onların gerçek rengini Allah bilir. Renk vermezlerse, onları bizler nasıl bilebiliriz ve onlarla birlikte nasıl ortak “işler” yapabiliriz?!.
Müslüman rengine bürünmüş bazılarına da ortak bir “iş” teklifi yapıldığında, renklerinin attığı (solduğu, yüz ifadelerinin değiştiği) ve biir sürü mazeretler ileri sürdükleri görülüyor.
...
İnsanların “renkleri” (hem ırkları hem düşünceleri = karakter ve tiynetleri) farklı farklı; buna rağmen, kimse kendi rengini beğenmiyor.
Yaradılışındaki (= fıtratındaki) rengini (= fıtratını, karakterini) bozmayan insanların sayısı çoook az.
...
Işık (= Nûr) olmadan hiçbir renk görülmez. Zulüm, zulümât, karanlıktır. Karanlık, ışıklı (nurlu, aydın-lıklı) olmama, ışığı reddetme (inkâr etme ve örtme) hâlidir, şeytanlıktır.
Gece, örtüdür; geceleyin dünya, Güneş’i (ışığı); kafir de (her zaman) Allah’ın Nûr’unu örter, gizler. Nûr (= ışık) gizlenince, Kur’ân = Kur’ân’ın = İslâm’ın) hakikati görünmez.
Kur’ân, Nûrdur. Bu Nûr’un, önce bizi bize = bizi kendimize göstermesi, bize kendi rengimizi, kendi kimliğimizi vermesi lâzım ki, sıra bu rengin (kimliğin, karakterin) dışarı verilmesine, yansıtılmasına veya aktarılmasına gelsin.
40, 50, 60, 70 yaşına gelmiş olmasına rağmen hâlâ içeride/içlerinde (= kendilerinde) renk (= kimlik, karakter) istikrarını yakalayamayanların (= yanar-dönerlerin, omurgasızların, iktidar dalkavuklarının), konuşmaması ve yazmaması önemle rica olunur.
Yorumlar
Yorum Gönder