İFÂDE

İfâde, bi fayda hâsıl olsun diye söylenen söz. (Sanki, fâide/fayda ile ifâde aynı, yoo kırık kökten/memeden besleniyorlar.)

İfâde, dile gelendir. O, dile gelmeden önce nerededir?!.

Düşüncede (= akılda). Kalpte. 

Pekiî akla veya kalbe nereden gelir?!.

Dün, parka gezinirken, dalından düşmüş yaprakları düşündüm. O yapraklar, 2-3 ay önce ağacın dallarında idi; 4-5 ay önce ağacın “gizli yerlerinde tohum” idi... 3-5 yıl önce veya sonra ne idiler, nerede idiler?!... ve bugün, yaprak olarak (benim) dile (dilime) geldiler!... sanki ifâdeler de b/öyle!.

Oysa, bu yapraklardan kim, kimler ne faydalar gördü ama onlar şimdi ayaklarımın altında. Hiçbir yaprak (hiçbir şey) faydasız değil ama bir çook söz (ifâde) faydasız.

Elbet, herkes, her şeyden faydalanacak diye bir kural yok, ama üretilen her şey bi fayda için üretilmeli, söylenen her söz, bi fayda için söylenmeli. Sözü (= ifâdeyi) söyleyen, söylediği sözden bi fayda gör(e)memişse, o sözü söylememeli. Bu, şu anlama da gelmeli : Amelle test edilmeyen söz, söylenmemeli, ifâde edilmemeli.

Sözün müteradifleri (= eş anlamlıları), sinonimleri) : Kelime. Kelâm. Tabir. İbâre. Lafız (= telaffuz). Lisan. Konuşma. Deyiş. Düşünce. Görüş. Bu ikisi söz öncesi duruma da işaret eder. Beyan (Beyanât). Kavl ve İfade.

Bir şey, kişinin görüş veya düşünüş alanına giriyorsa; kişi, ifâde ettiği şeyi düşünebiliyorsa, o şeyi söyleye de bilir, o şey söze de gelebilir. Ama bazı şeyler, ifâde edilemez, ifâdeye gelmezler ama vardırlar, güçlü bir şekilde hissedilirler.

Ne gibi?!.

Tanrı gibi. 

İfâdeye gelen Tanrı, daha çok felsefenin ve teolojinin Tanrı’sıdır. Dinin Tanrı’sı ise çoğu zaman ifâdeye gelmez ama akla ve kalbe gelir; ifâdeye gelince akıl “şaşar/şaşırır” = hayret eder!, kalp ürperir, titrer. Allah, hatırlanır = zikredilir ama “tam”! ifâde edilemez. O’nun “tam olarak”! ifâdeye gelmesi veya ifâde edilmesi, aslâ mümkün değildir. O, dil ile, hiçbir şey ile sınırlandırılamaz. Dil O’nu sınırlandıramaz!.

Pekiî Allah İfâdesi, Lafzı, İsmi nedir?!.

O Allah’ın Kendisi = Zâtı değildir, Arap dilindeki lafzı, ismidir. Bal gibi de ifâdesi işte demeyin!. Yukarıda, amelle test edilmeyen, faydası görülmeyen söz, söylenmemeli (= ifâde edilmemeli) dedim.

Tevrat'ın on emrinden biri de, Tanrı’nın adını boş yere anmayın, böyle yaparsanız Tanrı sizi suçlu addedecektir. (Bknz. Tevrat. Çıkış, 20/7.)

“Gerçekten Mü’minler (gerçek Mü’minler?!) o kimselerdir ki : Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir/titrer, onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.”

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

(8/Enfal, 2.)

Bu âyette sözü edilenler = Allah (İsmi, Lafzı?!) zikredildiğinde (zikir, hem hatırlama hem hatırlatmadır) kalbi titreyenler, ürperenler kim ya da kimlerdir?!. Allah (İsmini, Lafzını) ifâde edenler = zikredenler mi, yoksa O İfâde’yi/Zikri duyanlar mı, yoksa her ikisi de (iki taraf da) mı?!.

Allah İfâdesini (= Zikrini), kalbi titremeyenler = Kalbi Allah İfâdesi (= Zikri) ile ürpermeyenler = Allah İfâdesinden (= Zikrinden) kendileri bir fayda görmeyen/ler, O İfâde’yi ağızlarına almamalılar, O’nu sakız olarak kullanmamalılar; çünkü onlar, bu hâlleri ile başkalarının kalbini de titretemezler.

Aynı âyete (8/2) göre, imanlarına iman katanlar = imanlarını artıranlar ise,  sadece ve sadece kalbi titreyerek Allah diyenler ve/veya Allah (İsmini) duyunca kalbi titreyenlerdir.

Öbürleri ise, lakırtı edenlerdir.

Çok lakırtı ettiğimin farkındayım. Bu yüzden biraz (uzun bi süre) susacağım, yazılara ara vereceğim ve inşallah, bundan sonra faydasını görmediğim ifâdelerden de uzak duracağım.

Selâmetle ve hürmetle.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK