TAŞMA

Taşma : Bişeyin dolması ve fazlasını boşaltması. Nehrin taşması, bardağın taşması, sabrın taşması, vs.

Kelimenin Arapça karşılığı : Fâde (فاض), yefîdu  feyd = feyz; fezeyan, taşkın.

Tasavvuf, bu kelimeye olumlu bir anlam yükler ve varlık, Allah’ın bir fezeyânı = Allah’tan bir taşmadır der. (Feyz-i Akdes, Feyz-i Mukaddes.)

Efâdâ’yı (افاض) da dahil edersek, kelime Kur'ân’da 9 yerde geçer; efâda, 2/198-199’da üç kez; 7/50’de ve 24/14’de bir kez olmak üzere, toplamda 5 kez geçer; anlamı, akın etmek demektir. Geri kalan dört yerdeki fiilin kökü, fâde (فاض)’dir. Ortadaki elif, yâ’ya dönüşünce, kelime feyz şeklinde okunur. (Öbür feyz = fevz - فوز - ile karıştırmayalım; onun anlamı başarı.) Fâde (فاض)’nin,  5/83 ve 9/92’deki kullanımı, tefîdu şeklindedir; anlamı, gözden yaş boşalması, gözyaşının akması = ağlamadır. 10/61’de tüfîdûne şeklinde olumlu kullanılmıştır, burada bu kelimeye dalma anlamı verilmiştir. 46/8’deki kullanım da tüfîdûne şeklindedir ama burada bu kelime, olumsuz anlamda kullanılmıştır ve kelimeye taşkınlık = azgınlık anlamı verilmiştir.

Varlık (= yaratma), Allah’tan “bir taşma” (sudûr?!) ise, bu taşma, “içeriden” bir taşmadır, dışarıdan değil. O’na dışarıdan bişey girmemiştir, zaten o ân, dışarda bişey yoktur. O, SAMED'dir. Bu “taşmayı”, big-bang (= büyük patlama) kuramı ile birlikte okur ve değerlendirirsek, mesele sanırım biraz daha net anlaşılır. 

O’ndan “kötü bişey” taşmaz; O, mahzâ = saf iyi veya iyiliktir. Allah’tan olumsuz = kötü bişey taşmaz; O, taşkınlık yapmaz. Âlemdeki kötülük (= teodise), yaratılan iradeli varlıkların sınırlarını (= hadlerini) aşmasından ve Allah’ın da ceza olarak, iradesiz varlıklara sınırı aştırmasından kaynaklanıyor olmalı. Sel, deprem, kuraklık, vb.

Taşma, fazlalıktan mütevellid olur; bişey, kabına sığmazsa taşar; taşan o şey, taştığı şeyle aynı olmak zorunda değildir. Bardaktan taşan su, bardakla; gözden akan yaş, gözle aynı değildir.

...

Feyizlenmek tabiri olumlu anlamda, yararlanmak, feyiz almak anlamında kullanılır; feyizlenen biri varsa, feyiz veren biri de olur.

Kainata, içindeki her şeye ve herkese, maddî-manevî, feyiz veren Allah’tır; O’ndan feyizlenenler de bizleriz.

Birinin ilminden (sohbetinden) feyiz almışsak, onun ilmini, ondan taşan ilmi almışızdır; aldığımız o şey = o feyz, ondandır, onundur ama o değildir.

Sanırım, kainata (= varlığa) da böyle bakabiliriz. Böyle bakarsak veyahut bakmayı becerebilirsek, belki, vahdet-i vücud’u = vahdet-i vücud’un sudûr nazariyesini biraz “hizaya çeker”!, aklîleştirebiliriz.

Bu bir öneridir, teoridir; tartışmaya açıktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET