BEN
Birinci tek-il şahıs zamiri. Bu zamirin içini dolduran şey nedir?!. Benim bedenim mi, ruhum mu (= zihnim/aklım, duygularım mı, vs.); yoksa her ikisi de mi?!. Ben, varlığımı (= var olduğumu) nasıl bilirim, benim varlığım soyut mu, somut mu; yoksa hem somut, hem de soyut mu?!.
...
Ben, beni var eden Bir’i vasıtasıyla beni (= kendimi) bilirim, kendimi, kendim (= kendi kendime, kendimi) bilemem!.
...
“Ben”, bibaşkası ile paylaşamadığım, sadece bana özel (ait) olan ve bende olan bişeydir; bu, herkeste böyledir. Bana (= size) özel “o şey”, “gerçek = hakikî” bişeydir ve “o şey” bilmeye (= akla) konu olduğunda, “mâhiyet” adını alır. Benim (= senin) varlığın asıldır; birbirimizin mâhiyeti (= bilgisi) de bizlere göre ârızîdir. Ben, “ben” dediğimde, sen de “ben” dediğinde, varlığımıza (= benimize) göndermede bulunuyoruz; ama birbirimiz veya varlık hakkında konuştuğumuzda, mâhiyetlerimizden (ne olduğunuzdan = mâ hiye’lerimizden) söz ediyoruz.
Ben, kendimi, kendime bilme konusu yaptığımda da aynı şey oluyor.
Mâhiyetlerimizi bile tam bilemezken, varlığımızı nasıl bilebilelim de, “ben”! diyebilelim?!.
Tam ve kâmil manasıyla “Ben” (= Ene, İnnî) diyen/diyebilen, sadece O’dur.
...
Ben, beni = kendimi bilemediğim için O’nu da bilemiyorum.
Ben, kendimi bilsem, O’nu da bilirim.
Sokrat (= Socrates), Delphi Tapınağının kapısına “kendini bil!.” yazmış/yazdırmıştı. O zamandan beri, yok yok, çook daha kadim/eski zamanlardan beri, insan kendini bilmeye çalışıyor ama bitürlü bilemiyor; çoğu da bilemeyeceğini anlayınca bilme işini terk ediyor ve kendini kaybediyor, zulmediyor.
‘men arefe nefsehû, fekad arefe rabbehû.’ = kendini bilen, Rabbini (de) bilir.
Nefsinde (= kendinde) olanı bilemeyen, Rabbini nasıl bilebilir?!.
...
Bana göre (de, hâlâ o söz geçerlidir) Rabbini bilmek, kendini bilmektir; kendimizi bildiğimiz ölçüde de Rabbimizi biliriz. Kendini bilmeyenler, Rablerini de bilmezler ve herkese zulmederler.
Ya Rabbî! Beni bana (= benim kim olduğumu) bildir, ben kendimi bilmiyorum, bilemiyorum.
Ya siz?!...
Yorumlar
Yorum Gönder