SEVGİ ve AŞK

İyi, iyiyi; kötü, kötüyü sever ama iyi de kötü de kademelidir.

İyi, kötüyü sevmez; kötü de iyiyi sevmez.

İyinin ve kötünün bilinmesi aklın işidir. İyi akıl, iyi akıl/lı ile; kötü akıl, kötü akıl/lı ile bağ = ilişki = muhabbet kurar.

İlişki, önce ilgi ile başlar; bu ilgi, belli bir süre sonra muhabbete (= buradaki muhabbet, sohbet anlamında) dönüşür; sohbet “koyulaşırsa”!, muhabbet eden kişiler arasında sevgi tohumları ekilir ve o sevgi (zamanla) büyür.

İki kişi arasındaki ilgiyi, bi çook şey başlatabilir. Dış görünüş, bakış veya bir söz (iltifat vs.). Bu ilgi, belli bir süre sonra karşılıklı yakınlığa sebep olur. İyi ya da kötü, karşılıklı frekanslar uyuşursa, yakınlıktaki “kaliteye” bakılır. Bu kalite, aynı zamanda kişinin kendi “kalitesidir”, burada kişinin muhatabı kendine ayna olur; kişi, muhatabını tanırken kendini de tanır.

Karşılıklı muhabbetin sevgiye (= hubba) dönüşmesi için, tarafların kendilerini muhataplarına terk etmeleri, bırakmaları şarttır. Sevginin ilk aşamasında bu terk, genellikle bedenen ve mâlen olur ama bu çok uzun sürmez; er ya da geç biter; bunun uzun sürmesi için, ‘ben artık senim (!), sensiz var olamam’ denilmesi ve arada hiçbir ayrılığın-gayrılığın olmaması gerekir. Bu hâl, burada mümkün değildir. İnsan kendi içinde (= kendinde, kendi ben’inde) bile bunu sağlayamıyor, başka bir ben’le nasıl sağlasın?!.

Burada bu neden/niye mümkün değil?!.

Çünkü burada, tarafların içlerindeki iyi ve kötü (= taqvâ ve fücur) tam ayrılmıyor; bu ayrılık, ötede mümkün olacak. Bu yüzden taraflar, burada sevgiyi tam özümseyemiyor; iyiler, tam iyi; kötüler de tam kötü olamıyor; tüm benliklerini (= ruhlarını, canlarını) karşı tarafa tamamıyla terk edemiyor.

Kötü ve kötülük için ölmeyi göze alan (= ölen) = ruhunu şeytana satan (= satanist) adamlar ile; iyi ve iyilik için ölen (= şehid olan) adamlarda, kötü ve iyi sevgisi “tamdır”; onlar, iyi ve kötü için kendilerini “sevgililerine = sevdiklerine”! “tam veya tamamıyla” teslim eden = terk eden = bırakan adamlardır.

Aşkı, sadece bunlar bilirler, bunlar tadarlar.

...

Allah, mahzâ iyi; şeytan, mahzâ kötüdür. Benlik (= beden!), tam terk edilmediği sürece, mahzâ iyi de mahzâ kötü de olunamaz. “Adam = Âdem kalındığı sürece”!, iyi adamın kötü; kötü adamın iyi olma ihtimali (az da olsa!) her zaman vardır.

Burada, insanın mahzâ iyi Olan’a güvenmesinden (= inanmasından) başka bir çaresi de yoktur. İman, iyiyi bilerek, iyiye yanaşmak veya yakınlaşmakla (= O/ona ilgi duymak ve O/onunla muhabbet kurmakla) başlar, O/ona güvenmekle ve O/onu sevmekle güçlenir, devam eder; belli bir süre sonra da “bu sevgi ve güven” teslimiyete (müslim olmaya, islâm olmaya) dönüşür. Benliğin gönüllü olarak tam teslimiyeti (= Müslümanlığı), kişiye benliğini unutturur. Çünkü, karşı taraftan gördüğü ilgi, muhabbet, ikram ve sevgi, kişiyi kendinden geçirir. Bunu da, ancak Kendisinde aslâ zerre kadar kötülük bulunmayan Mahzâ İyi Bir’i yapabilir. İnsanî aşklarda bu mümkün değildir. Eğer insanî aşklarda böyle bir işe kalkışılırsa, o muhatap, ilâh kabul edilmiş (= o kişi, Allah’a şirk koşulmuş) olur.

Biz biliyoruz ki en mükemmel = en kâmil insan, Efendimizdir; biz O’nun, abd’lığına = kulluğuna ve Rasüllüğüne (= Elçiliğine) şehâdet ediyoruz, “abduHû ve rasûlüHû” diyoruz. O, Rabbi için ölmeyi = şehâdeti (= nefsini öldürmeyi) göze aldığı için, biz de öyle yapmaya, olmaya çalışıyoruz; “Onun için”! ölmüyoruz. 

Öyle ya da böyle, eninde-sonunda insanî aşklar, patoloji ile biterler. İlâhî aşkın burada gerçekleşmesini en azından ben mümkün görmüyorum; o, ben var olduğum sürece benim için hep ideal bir hedef olarak kalacak ve ben “yok olunca”! gerçekleşecek. O hâli, tasavvur etmem dahi mümkün değil; belki de o hâl, benim “ilk hâlim”!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM