ANMAK

Anmak kelimesinin kökünün an (= ân?!) veya anı (hatıra) olduğunu düşünüyorum. Kelimenin anlamı : sözünü etmek, hatırlamak, akla getirmek ve zikretmek.

Belki, sözünü etmek ve akla getirmenin bir “geçmişi” (evveliyeti) olmayabilir ama hatırlamanın ve zikretmenin bizde bir “geçmişi” (evveliyeti) vardır.

Bir fikir (bir düşünce, bişey) akla nereden gelir, hep/sürekli dışardan mı?!. O fikrin (düşüncenin, şeyin) bizde bir karşılığı (yeri) olmazsa, bizde tutunabilir mi?!.

Bizde anı olmamış = anı hâlini almamış şeyler, hatırlanmaz; bu kesin.

Anı, ânda (şimdide) hatırlanır. Anı, hatırlandığında (= akla geldiğinde, sözü edildiğinde, zikredildiğinde) şimdidir = şu ândır.

Anı, dışarıdan (= âfaktan) bir uyarıcı olmazsa, hâtırâmızda canlanmaz. Sadece dışarının uyarısı da o ân, anıyı oluşturmaz. Anının oluşması, hem içerinin hem dışarının birlikte çalışması ile oluşur. İçeri “boşsa”, dışarıdan gelen uyarılar (= uyarıcılar) bir işe yaramaz, teğet geçer, bizde herhangi iz bırakmaz.

“Size âfakta ve enfüste (= dışarıda ve içeride) âyetlerimizi göstereceğiz. O’nun Hakk olduğu açıkça belli olsun diye...” (41/53.)

Sırf dışarıyı (dış dünyayı) esas alan maddeciler (= materyalistler) ile, sırf içeriyi (zihni, ideayı, ruhu) esas alan idealistler (= spiritüalistler, maneviyatçılar), yanlış yapıyorlar ve meseleyi yanlış anlıyorlar.

Hakk (= hakikat), hem içte hem de dışta; ikisi bir bütün (bütünün parçaları); bu parçaları birleştirmek gerekiyor ama yine de ‘bu bütüne’ Hakk demek gerekmiyor; ‘o bütünü’, bizi Hakk’a götüren âyetler (işaretler) olarak okumak gerekiyor. Ayrıca o bütüne biz, sittîn sene (= ilelebet) ulaşamayacağız ama o bütünün “mimarı”! olarak O’nu hep fark edeceğiz.

Henri Bergson’un ‘Madde ve Bellek’ kitabı (Ankara : Fol Yay. 2020), bu konulara ilgi duyanlar için önemli ve değerli.

Anmak : Hatırlamak, zikretmek ve sözünü etmekse, O, anılmak (= zikredilmek) için bizim hem içimizde hem dışımızda = her yerdedir. Yerden (= mekândan) ve zamandan münezzehtir. O’nu her andığımız ân, “kesintisiz şimdidir” (= beş vakittir = her vakittir). “Bu şimdi”, geçmişi de geleceği de (= tüm zamanı) içine alır.

“Yerde ve gökte, O’nu Hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yok. Fakat biz, onların tesbihlerini kavrayamayız...” (17/44.)

Niye?!.

Onlarla frekanslarımız uyuşmuyor da ondan.

Herkes (her şey), ayrı frekanstan yayın yapıyor. Bazıları, kendi yayınını bile duymuyor = ne yayın yaptığının (ne dediğinin, ne yaptığının) farkında bile değil; sadece “ses” çıkarıyor = gürültü yapıyor. Sesleri ve hareketleri (= davranışları = eylemleri) anlamlı kılan, iç ve dış uyumdur = akorttur.

Akordun bozulması, fıtratın bozulmasıdır.

İman, fıtratı akort eder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM