ALLAH, ... (24/35)

"Allah, göklerin ve yerin Nûr’udur..." (24/35)

Bu cümle (= âyet), ‘Allah, Nûr’dur.’, şekline çevrilemez. Allah, Allah’tır. O, O’dur. O, Allah’tır, Ehad’dir. (“qul : Hüve-l Allah-u, Ehad. = De ki : O, Allah’tır, Ehad’dir.” 112/1.)

Allah’ta (= O’nda), teşkik = derecelenme = kademelenme olmaz. (O) “Allah, Samed’dir. = Allah-us Samed.” (112/2); ama Nûr’da teşkik = derecelenme = kademelenme olur. Güneş ışığı ile ay ışığı; ay ışığı ile mum ışığı bir ve aynı değildir. Nûr (= Işık), Allah’ın varlık üzerindeki “görünümü/tezahürü/tecellisi/fiilidir”, Allah’ın Kendisi = Zâtı değildir. O’nun Nûr’u olmazsa, varlık (= gökler ve yer, içindekiler dahil) görünmez,  karanlıkta kalır. O Nûr’dan ne kadar nasibimiz varsa, varlığı o kadar görürüz. Bu Nûr’u, daha önce, bilgi düzeyinde iç nur = akıl ve dış Nûr = din/vahiy diye de ikiye ayırmıştım.  Bu Nûr’dan mum kadar nasibi olanlarla, Sirâcen Münîrâ = Işık saçan kandil (33/46) kadar nasibi olanlar, varlığı = varlığın hakikatini aynı görmezler; (akıl ve kalp gözü) kör olanlar ise bu Nûr’u ve varlığı hiç fark edemezler.

Görme/k için : Işığın (= Nûr’un), gören gözün ve görülen varlığın şart olduğunu biliyoruz. Nûr da, göz de, görülen varlık da O’nun eseridir ve O’nun bize nasibidir.

Görelim ki kul olalım, O’nun emrine râm olalım!.

Görememe, varlığın üstündeki perdeyi henüz kaldıramama ama kaldırmak için gayret etmedir; görmek istememe ise, inadına o perdeyi kaldırmama, gerçeğin üstünü örtmedir. Birinci hâl, sabır ve çaba ile hâlledilir ama ikinci hâl, küfürdür; kâfir, örten demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM