DEĞERİN GİZLİLİĞİ

Teşhir, Hafîlik ve Zâhir-Bâtın : Değerin Saklılığı Üzerine

İnsan, doğası gereği görünür olana yönelir. Gösterişe, övgüye, takdir edilmeye ihtiyaç duyar. Bu yüzden neyi varsa sergiler : bedeniyle, giysileriyle, diplomasıyla, yetenekleriyle… Teşhir edilen şey, insanın ego tatmini için bir araçtır; öne çıkar, şöhret getirir, geçici bir kıymet hissi sağlar.

Oysa bütün teşhirler, esas değeri gizler. İnsanların gösterdikleri, çoğu zaman yüzeysel ve geçicidir; özdeki değer, saklı kalır. Bu durum, Zâhir ve Bâtın arasındaki farkla doğrudan ilişkilidir.

Zâhir : Görünen, somut, ölçülebilir, başkalarının görebildiği ve değerlendirebildiği yön.

Bâtın : Gizli, öz, değerli, ruhsal ve hakikate dair olan; teşhir edilmez, korunur.

Gerçek değer, zâhirin (görünenin) ötesinde bâtında (görünmeyende) yatar. Gösterilen, yüzeydeki zâhirdir; gizlenen, bâtındır. Değer, zâhirde açığa çıktığı anda sınırlanır, ölçülür, çoğu zaman yozlaşır; bâtında ise yücelir, korunaklı ve dokunulmazdır.

Tanrı da öyledir. O, Hafî’dir, Kendini gizler, mahiyetini saklar. Eğer O, Zâhir düzeyinde tamamen teşhir edilmiş olsaydı, insanlar O’nu sadece algıları ve önyargılarıyla yorumlar, “bu muymuş?” derlerdi ve O’nun gerçek kudreti, hikmeti ve sonsuzluğu kaybolurdu. Hafîlik, Tanrı’nın Bâtın’ını korur ve insanı tefekkür ve arayış yolunda devamlı kılar.

Bu bağlamda insanın ruhsal olgunluğu, yüzeydeki Zâhir’e kapılmadan, Bâtın’ı fark etmekte ve değerini anlamakta yatar. Teşhir ile Hafîlik, Zâhir ile Bâtın arasında kurulan bir gerilimi temsil eder.

Teşhir/zâhir, egoyu besler, görünür olmayı sağlar; fakat değeri sınırlar.

Hafîlik/bâtın, saklı kalanı yüceltir, derinliği ve öz değeri korur, insanı hakikate yönlendirir.

Sonuç olarak, gerçek değer, saklıdır ve Bâtın’dadır. Gösterilen geçer; gizlenen kalır. Teşhir ve Hafîlik, Zâhir ve Bâtın, insanın ve Tanrı’nın ilişkisini belirler; hakikat, gizliliğin içinde, görünmeyende yücelir.

Tanrı salt Zâhir olsaydı :

Tanrı salt “Zâhir = Görünür” olsaydı, tamamen açığa çıkmış, erişilebilir, herkesin anlayabileceği ve ölçebileceği “bişey” olurdu. Yani Tanrı’nın mahiyeti, kudreti, bilgisi ve iradesi herkesin doğrudan kavrayabileceği bir biçimde olsaydı :

  • Hiçbir şey gizli kalmazdı; Hafîlik, yani saklılık ortadan kalkardı.
  • İnsanlar O’nu sadece algılarıyla ölçer, yorumlar ve sınırlandırırdı.
  • Tanrı’nın kendiliğinden olan kudreti, gizli hikmeti, mahiyeti artık “görünür meta” hâline gelirdi.

Sonuçlar ve etkileri :

Tanrı salt “Zâhir = Görünür” olsaydı iman ve arayış anlamsızlaşırdı.

İnsanlar artık Tanrı’yı “bulmak için” çabalamaz, sorgulamaz ve aramazdı.

İnanç, sadece bilgi ve algı düzeyinde bir ‘nesne’ haline gelirdi.

Arayış ve keşif, insan ruhunun olgunlaşma yolculuğu ortadan kalkardı.

Kudret ve değer sınırlanırdı.

Eğer Tanrı tamamen Zâhir olsa idi, insanlar O’nu kendi ölçütleriyle değerlendirirdi.

Sonsuzluk ve mutlaklık, Zâhir’in sınırları içinde kavranır; “bu kadar işte”! algısına indirgenirdi.

“Bu muymuş?” tepkisi kaçınılmaz olurdu.

Gerçek Değer yok olurdu. Tanrı’nın kudreti ve hikmeti Bâtın’dadır; saklı olduğu için değerlidir.

Tanrı'nın salt Zâhir olması, değeri ölçülebilir ve sınırlı hâle getirirdi.

İnsan için O’nun değeri, yüzeyle sınırlı, ego ve algıya hizmet eden bir nesne olurdu.

Evren ve insan ilişkisi değişirdi.

Teşhir edilen Tanrı, insanı aramaya ve tefekküre zorlamazdı.

Evren, bir sınır çizilmiş nesne olarak algılanırdı; mucizeler, hikmetler, ruhsal anlamlar anlamını kaybederdi.

Salt Zâhir bir Tanrı, değerini kaybeder, gizliliğini yitirir ve insanlar için sadece ölçülebilir, sınırlandırılmış bir varlık hâline gelirdi. Arayış, iman, ruhsal olgunluk ve hakikatin keşfi imkânsız olurdu.

Hafîlik, yani gizlilik, insan ve Tanrı arasındaki derinlik ilişkisi, değer ve kudretin korunması için zorunludur.

Hakk niçin görünmez?!.

Çünkü görünen, idrak edenin sınırına sığar; Hakk ise, sığdığı anda artık Hakk değildir.

Çünkü görünen “şey”, NİHAYETİNDE sınırlı, bilinen, en SONUNDA değersiz görülen ve “bu muymuş?!” denilen "bişeye" dönerdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ