YÜRÜYÜŞ ve YATIŞ

Yürüyüş, hareketi, eylemi; yatış, hareketsizliği, eylemsizliği imler/söyler. Bu anlamı genişletirsek, yürüyüş, çalışmaya (bişey, biiş yapmaya); yatış da emekli olmaya (bişey, biiş yapmamaya) karşılık gelebilir.

Hayat, büyük oranda bir yürüyüş; zaman zaman da dinleniş veya yatıştır. Gündüz yürünür; gece yatılır. Yatmayı sevmeyip “gece yürüyüşü” (= İsrâ) yapanlar ve teheccüde kalkanlar da vardır. Herhâlde onların yolları çok uzun ki, bir ân önce menzillerine “varmak”! istiyorlar, bu yüzden uzun süre yatmıyorlar.

Ama ben, çok yol yürüdüm diye yol ortasında yatıyorum!. Yoo hayır, şimdiye kadar yanlış yolda yürüdüğümü fark ettim, yol (makas) değiştirdim, bu yüzden çok yol yürüyorum, emekliyim ama günde 10-15 saat çalışıyorum, yorulunca yatıyorum.

Yürüme, sadece bedenin yaptığı bir eylem/iş değil; düşüncenin yürüyüşü de olur. 2015’teki emekliliğimden sonra günde en az iki saat yürüyorum, 5-6 saat okuyorum, 1-2 saat yazıyorum, uzun niyazlar ediyorum, vs.; yürürken beyin kaslarımı da çalıştırmayı deniyorum, ya Kitâb’tan bir pasaj ezberliyorum ya da bir meseleyi enine-boyuna düşünüyorum. Başlangıçta zorlandım ama zamanla alıştım. Şimdi bedenim yürümese = yatsa da beynim yürümeye devam ediyor. Bazen bir kelime veya bir cümle zihnimde saatlerce yolculuk yapıyor; çetrefilli bir konu, haftalarca, aylarca aklımdan çıkmıyor; işin içinden çıkamayınca, onu beynimin bir kenarında yatışa ve zamanı gelince uyan(dır)maya zorluyorum...

...

Antik Yunan’da Peripatatikler olarak bilinen filozoflar, yatarak (= oturarak) değil yürüyerek ders anlatırlarmış. Biz doğulular onları, meşie (مشى) = yürüme, yürüyüş kelimesinden türetilen, yürüyenler anlamındaki Meşşâî kelimesi ile karşılıyoruz. Bir de İşrâkîler var; onlara da yatanlar = bişey yapmayanlar demek isterdim ama işrak, yatma değil, şarkla aynı kök, meşriq (şirk değil, şark, kef ile değil, kaf ile) tekbirleri de aynı kök; Güneşin doğduğu, ışığın geldiği yer, demek. İşrâkîler, bilgiye yürümezler, bilgi onlara Güneş (ışıkları) gibi yattıkları yerden, sezgi, ilham, işrak (doğal doğum/doğuş, keşf) yoluyla gelir.

Ben, iki yolu da denedim ve yürümek gerektiğine karar verdim ama bu yürüyüşü ‘kalabalık yerlerde’ yapmamak gerekiyor. Kalabalık yerler, düşünce yürüyüşümüze (bu yolların önüne) engeller koyabiliyo; belli oranda kalabalıktan ayrılmak = uzlet şart. Efendimiz de Mekke’den ayrılarak Hira’ya yürümüştü, hatta yokuş çıkmıştı. 

Yattığımız yerde/n, pişmiş armut ağzımıza düşmüyor. Menzile = varılacak yere varmadan, ‘inzal’ olmuyor. Menzilimizin durumu = kalitesi, inzalimizin kalitesini de belirler. Hz. Mûsâ’ya “inzal”, Kutsal Vâdi’de, Efendimize Hira’da (= Cebel-i Nur’da) olmuştu.

Yol yürümek şart, yol boyunca herkes bir vâdide veya bir tepede konaklar (= yatar); o vadiyi, o tepeyi bulmadan işrak (içe doğuş, ilham) olmaz, gelmez; hele hele beş yıldızlı otel konforundaki menzillerde bu işrak hiç gelmez gibime geliyor.

Bana uzun süreli yatış yasak, yürümeye = yürüyüşe devam etmeliyim, çünkü daha önce çook zaman kaybettim; yolum uzun.

Efendimiz dünya ile ilgisini, uzun bir yolculuğun dünya durağındaki bir ağacının gölgesindeki kısa bir dinleniş (?!) olarak ifâde etmişti. (Tirmizi, Zühd, 44.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET