SANAT, DİN ve FELSEFE

Sanat, tek-düze = sıradan yaşama bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Bu yüzden modern düşünce, sanata hep mesafeli durdu; onu müzelere (ve sanat galerilerine) hapsetti ve “sanat, sanat içindir.” dedi.

Modern düşünce, insanlığa iki büyük savaş yaşattı. (= I. ve II. Dünya Savaşları). I. Dünya Savaşından sonra Sovyetlerde bir devrim oldu; asıl sanat da orada gelişti; SSCB, sanatçıyı “ruh mimarı” olarak gördü (dikkat!, bu sistem, ruhu inkâr eden bir sistemdi) ve sistemine dahil/entegre etti; böylece sanat da siyasallaştı.

Tek-düze = sıradan yaşama karşı duran din de, benzer muamele ile karşı karşıya; o da vicdanlara ve ma’betlere hapsolunmuş durumda.

1979’daki devrim (= İran İslâm Devrimi) de aynen SSCB’nin yaptığı gibi dini gündelik hayata taşıdı ama bunu yaparken, dini hem millîleştirdi (= şiî odaklı din) hem de siyasallaştırdı.

...

Her şeye rağmen, sekülerler için sanat; dindarlar için de din, bu tek-düze = sıradan, sıkıcı ve bunaltıcı modern hayattan kurtuluş için hâlâ birer umut olmaya devam ediyorlar. Bu umudun gerçekleşmesi, sanatın müzeden ve galeriden; dinin de vicdandan ve camiinden (ma’bedden) çıkmasına, çıkarılmasına bağlı.

Bence, felsefede umut kalmadı; felsefe (= felsefe yapanlar), artık bilim kilisesinin ve seküler kültür endüstrisinin emrine girdi; felsefe artık onların kontrolünde yapılıyor; bunun en somut ve en son göstergesi de Frankfurt Okulunun yaşayan temsilcisi Yahudi filozof Jürgen Habermas; onun ‘İletişimsel Eylem Kuramı’ benim bir zamanlar başucu kitabımdı; şimdi başucu Kitabım, Kur'ân. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET