DİN ve MİLLET

Kitâb, bu iki kavramı neredeyse müteradif kullanır. Din, millet; millet, din gibidir. Kitâb’ta din 101; millet 16 yerde geçer. Din, isim olarak geçtiği gibi iki yerde de tedeyyün ve medînûn şeklinde de geçer. Millet, çoğunlukla İbrâhim adı ile birlikte (2/135. 3/95. 4/125. 6/161. 12/38. 16/123. 22/78.); tek başına, bağımsız olarak kullanıldığında da yaşayan ya da önceden yaşamış bir kavme atıfla kullanılır. (milletehüm, milletenâ, milletül âhire/son din, 38/7 gibi.) Şehristanî’nin kitabı ‘Milel ve Nihal’deki milel, milletler değil, dinlerdir; nihal de dinî akımlar ve mezheplerdir.

Pekiî, din ile millet (dinler ile milletler/milel) arasında ne fark vardır?!.

En temel ve bariz fark : din, indirilen, va’zedilen; millet, bu dinden anlaşılan ve anlaşılana göre paylaşılandır. Din, Kitâb’ta yazılı olan ilkeler ve bilgiler toplamı ise; millet, insanların bu bilgileri anlamaları ve birbirleri ile paylaşmalarıdır. Bir adım daha atıyorum. Millet, dinin bu anlamadan (= yorumdan) doğan, kurumsal ve örgütlü hâlidir; millet, bu dinin toplumsallaşması, toplum hayatında görünür hâle gelmesidir.

Bu söylediğimde/n sanki din, dışarda, bizden uzakta biyerlerde duruyormuş gibi bir izlenim/algı doğmasın. Dine dokunmadan, millet kurulamaz; millet, dinin toplumsal, siyasal, örgütlü hâlidir; dinin içinde olan, bu ikisini birbirinden ayıramaz. Şöyle bir örnek-benzetmeyle konuyu açayım. Dini, üniversiteye benzeteceğim ama dünyada bu üniversiteden başka bir üniversite yok. = gerçekte Allah’ın dini İslâm’dan başka bir din de yok; olan dinler, sahte ve batıl dinler; kâinatın Rabbi ve Sahibi bu dinleri din kabul etmiyor. Bu benzetmeyi de böyle düşünün. Bir bütün olarak üniversite (kampüsü) din. Siz bu üniversiteyi ziyarete gidiyorsunuz yahut oraya öğrenci ve öğretmen (= hoca) olarak giriyorsunuz. Biri size, bu üniversite nerede diye soruyor, siz ona, fakülteleri, kütüphaneyi, yemekhaneyi, laboratuvarları gösteriyorsunuz. Adam : bunlar fakülte, kütüphane, yemekhane binaları; ben üniversiteyi soruyorum, diyor; siz de, üniversite bütün bunların toplamıdır, diyorsunuz; halbuki, o binaların toplamı değildir üniversite; üniversite, orada yapılan işleri = verilen dersleri, yapılan araştırmaları vb. şeyleri de kapsar ama biz onları göremeyiz. İşte din, bu görünmez üniversite; millet de görünen üniversitedir, tek tek binalar, fakülteler değildir; öyle olsa, dini bölmüş/parçalamış oluruz. = ferreqû dinen.

Din, ilâhî düzenleme, ve bizim bu ilâhî düzenlemeyi “kişisel olarak” anlamamız; millet, bu düzenlemenin teşkilatlı ve toplumsal hâlidir. Muhtemelen böyle bir dini, ilk defa hayatın tüm katmanları ile ilişkilendiren/buluşturan, toplumsallaştıran ve teşkilatlandıran (= teşkilatlı yapan, organize eden, dine uygun siyasal-toplumsal bir organizasyon kuran) kişi, Babamız Hz. İbrâhim idi; ki, Kitâb, milleti İbrâhim ile beraber anıyor. Böyle bakınca millet, dini anlayan dindarların kurdukları devlet düzeni = toplumsal ve siyasal yapı; din de, bu yapının çook daha kapsamlı = evrensel hâlidir; yani din, tüm kâinata şâmildir; evrendeki düzene de din denir; bu evrensel düzenin insanî alandaki örgütlü görünümüne de millet --- dinin kişisel görünümüne (hâline) millet demiyoruz, yine din --- diyoruz. Bu, şu anlama gelmiyor : Millet, dinden ayrılıyor ve her teşkilatlı din (= toplumların dinden anladıkları ile kurdukları düzenler) farklılaşıyor. Hayır. Burada evrensel, hakikî dinden bir kopuş yok; o dini algılayış ve anlayış biçiminde, dolayısıyla da teşkilatlanma şeklinde bir farklılık, daha doğrusu bir çeşitlilik var. Burası da aynı olsaydı, ortada bir zorlama/dayatma söz konusu olurdu ve bölgesel, coğrafi-yerleşimsel (= iklim, yeryüzü şekilleri : çöl, vaha, ova vb.) farklılıkları ve ırkî özellikleri görmezden gelmiş olur, herkese aynı “düzeni” dayatmış olurduk, bu da büyük bir zulme sebep olurdu.

Rabbimiz o kadar Rahîm ki, bize dinini anlamayı ve onu hayatımıza uygulamayı bile dayatmıyor; bize, içinde bulunduğunuz şartlara ve imkânlara göre Benim dinimi anlayın ve uygulayın = yaşayın!, (ama gerçek din budur, demeyin; gerçek din, Benim indirdiğim dindir) diyor.

Olaya böyle bakarsak, Türk Milleti, İran, Arap, Rus, ... Milleti; Türklerin, İranlıların, Arapların, Rusların, ... dine dayalı olarak kurdukları düzenlerinin adı olur. Bu insanların dinleri farklı farklı olursa, milletleri de farklı farklı olur. Millet kelimesi bizde, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp’le anlam kaymasına uğramış, kana = ırka = soya dayalı bir topluluk = bir toplum olarak algılanır olmuş ve ümmet bölünmüştür; bunda 1789 Fransız İhtilâlinin de büyük etkisi vardır. Birliğimizi tekrar kurmak istiyorsak, bunun önemli bir adımının da kavramlarımızı yeniden aslına döndürmekten geçtiğini bilmeliyiz. Biz bölünmeden önce, zihnimiz bölünüyor, zihnimizi bölüyorlar.

Allah-u A’lem. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET