DİN, İSLÂM'DIR.


Bi çook din var ama kayyım/hakikî din (= dîn-ül kayyım, dîn-en kıyamen), İslâm’dır. “Lâ ilâhe illâ-l Allah” diyerek, İslâm’a giren = İslâm Dinini kabul eder, ve o Dinin İlâh’ına = Allah’a teslim (= Müslüman/Müslim) olur.

Her Müslüman/Müslim (= dindar), aynı “şart ve imkânlarla” (= tâkat ile : kuvvet ve derman ile) Müslüman/Müslim olmaz; her Müslüman/Müslim aynı kulluğu (= ibâdeti) yapmaz/yapamaz ama bu adı (= Müslüman/Müslim adını) çok rahat bir şekilde alabilir.

Din, Allah’a ibâdettir = kulluktur; abdin Rabbini bilmesi ve O’nun emrini dinlemesidir. Her kul (= abd), Rabbinin katında aynı yerde/düzeyde değildir; ama bunu, bizler bilemeyiz.

Rabbin her emri de aynı düzeyde değildir; emirlerin zor olanı ve kolay olanı vardır ve bu emirler prototip olarak İslâm’ın şartları dediğimiz ibâdetlere gizlenmiştir.

İslâm’a girişin şartı ‘Lâ ilâhe illâ-l Allah’tır, buna yukarıda değindik. İkinci şart, namazdır ve namaz, bu emirlerin en kolay olanıdır. Bir ritüel ve prototip olan (şeklî) namaz, fikrî ve bedenî bir ibadettir; her yerde ve her şartta kılınabilir. Namazın farz olması, hicretten 1,5 yıl önce, Mi’rac hadisesindedir; bu zamandan önce de bir çook Mekkî âyette salât/sallâ kelimesi geçer. Mâûn (= Eraeytellezi) Sûresindeki 5. âyet; Alak Sûresindeki 10. âyet bunlara örnektir; buralardaki salât, bildiğimiz ritüel ve belli bir şekle/rükne sahip olan salât = namaz değil; dine âidiyetteki kararlılık, sebat, dindarlarla/dindaşlarla yardımlaşma ve dayanışmadır.

Bizler, şeklî olan ve kolay kılınan namazı bile edâ etmiyoruz, edemiyoruz; kaldı ki bu namazı salâta taşıyalım!. Bildiğimiz (= evlerimizde ve camiilerde kıldığımız) namazın günde beş vakit, hicretten 1,5 yıl önce, Mi’rac’ta farz kılınması, “gerçek salâtı”! unutmamamız içindir; cemaatle kılınan namazın 27 kat/derece daha fazla sevap içermesi de bu yüzdendir. (tabiî ortada bir cemaat varsa!.)

Zekât : ibâdeti, malla yapmadır. Mal, canın yongasıdır, biraz da olsa cana dokunur.

Ama oruç, ibadetin, kişinin bedenine (= kişinin kendi canına/kendi benine) ve malına çook güçlü bir şekilde dokunması ve kişinin yaptığı ibâdeti daha güçlü bir şekilde hissetmesi ve bilmesidir.

Hacc ise ibâdetin toplumsallaşması ve dünya çapında siyasallaşmasıdır (= ümmet). Biliyorum, siyasallaşma sözü, size “biraz garip” geldi ama buna burada girmiyorum; ben haccı böyle görüyorum ve okuyorum. Dini, vicdanlara ve mabetlere hapsedenler, beni anlayamazlar. Din (= İslâm) bize büyüüük ve engiiin bir ufuk çizer; ufku dar olanlar, bunu anlayamazlar ve Allah’ın dinine de diğer dinler gibi o daracık pencerelerinden bakarlar.

Herkesin dininin düzeyi (= dindarlığı), içinde bulunduğu (= mensubu olduğu) dini, anlayışının ve yaşayışının düzeyidir. Bazıları (benim gibi), yaşamadığı düzeyden dindarlık yapar = din hakkında sanki o düzeydeymiş gibi konuşur-yazar; bazıları da dini bizzat yaşayarak en etkili şekilde konuşurlar ve yazarlar. İbâdetlerimizdeki (= dinimizdeki, dindarlığımızdaki) ihlâsı da bu/burası belirler. Bu iş, isimle, sıfatla olmuyor; herkese, Ali, Hasan, Hüseyin, Ömer, Osman ... ismi veriliyor ama kimse, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, ... (gibi) olmuyor, olamıyor.

Bir fakire Allah için bir ekmek parası bile veremeyen bir adamdan, 1000 TL (zekât veya sadaka = hayr) istiyoruz; sıcak yatağından sabah namazına kalk(a)mayan bir adamı, cihada çağırıyoruz...

“Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehû ale-llezîne min kablinâ. Rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkatelenâ bih...” (2/286.)

Ya Rab!, bize haddimizi (= sınırımızı, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı) bildir, öğret!.

Bizi affet!, biz, hadsiz = söylenmemesi gereken sözleri söylüyor; hadsiz = yapılmaması gereken işleri yapıyoruz.

Bize merhamet et!; bize acı!. (her şeye rağmen yine de) Sensin bizim Mevlâmız. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET