HİZMET

Dînî anlamıyla hizmet kelimesi, en fazla kirlettiğimiz kelimelerin başında geliyor; seküler anlamıyla hizmette ise herhangi bir kirlilik (= sorun) yok; herkes, birilerine hizmet etmeye devam ediyor; iş, dine (= Allah’ın dinine) hizmete gelince, işler epey karışıyor.

Allah’ın dinine hizmet için çok çeşitli resmî (diyanet) ve gayrı resmî (= dernek, vakıf vb.) kurumlar (kuruluşlar) kuruyoruz. Bu kurum ve kuruluşlarda hizmet edenler, dine (= Allah’ın dinine) hizmet ettiğini düşünüyorlar (= sanıyorlar); oysa, buralarda çalışanların büyük bir çoğunluğu, buraları kendine hizmet ettiriyor.

Nasıl?!. Nasıl olduğunu siz biliyorsunuz, ama yine de ben iki çift laf edeyim. Buralar, çoğu insan için hizmet yerleri değil, ‘para kazanma ve yükselme’ yerleri. Bu (tür) insanlar, vicdanlarına sorsunlar, bir-iki ay maaş almasalar, buralarda dururlar mı?!. Buralara verdikleri ile buralardan aldıklarını iyi hesap etsinler; aldıkları (maaş, prestij/ünvan vb.), verdiklerinden fazla ise, dinin sırtından kazanıyorlar; verdikleri aldıklarından fazla ise, dine hizmet ediyorlar; demektir.

Dün (= 15 Temmuz 2016’da), dine hizmet edenlerin neler yaptıklarını, neye hizmet ettiklerini gördük.

Bence, din istismarını en çok “dindarlar”! yapıyor; dine hizmet ediyorum diyerek, dini kendine (= kendi amacına) hizmet ettiriyorlar. Din, bunların (bu tiplerin) elinde bir araca dön(üş)dü. Açık açık din savunusu yapıyorum diye cemaat (= grup çıkarı/menfaati) savunusu yapılıyor... imamlarımız namazı para ile kıldırıyor; çoğuna bir ay maaş verilmese, camiiye uğramaz. Müftülerimiz (= fetvâ kurulları, Diyanet İşleri Bşk.) vaziyeti idare eden fetvâlar veriyor, sözler söylüyor... Din görevlilerimiz (= din adamlarımız), bir ömür (= çalışırken de emekli iken de), dine hizmetin = din hizmetinin parası ile geçiniyor.

Kim, kime hizmet ediyor?!.

Gerçekten bu dine hizmet edenler, bu dine hizmet ederken maddî hiçbir karşılık beklemezler = ummazlar ve almazlar. Bu ilke, Kitab’ın pek yok yerinde bir uyarı = ikaz olarak : “lâ (veya mâ) es’elüküm aleyhi ecran, in ecriye alâ rabbi-l âlemîn.” “mâ es’elüküm aleyhi ecr, in ecriye illâ alâ rabb-i âlemîn.” şeklinde geçer. (Bknz. 6/90. 26/127,145,164,180. 36/21. 38/86. 42/23.)

“Yoksa Sen onlardan bir ücret istiyorsun da, bu yüzden mi onlar “ağır bir borç altına” giriyorlar.” (= bu yüzden mi Sana mesafeli duruyorlar?!.) = “em tes’elühüm ecran, fehüm min meğramin müskalûn.” (52/40.)

“De ki onlara : Ben, sizden bir karşılık = ücret istemiyorum. Ben, kendi kendini ve sizi bir ‘külfet’ içine sokanlardan da değilim.” (38/86) Buradaki “mütekellifîne”, meallerin bir kısmı yapmacık, sahici olmayan teklif, anlamını vermişler. Sözlüğe baktım, bu anlamı sözlükler de doğruluyor; kelimenin kökü, külfet, teklif ama bu teklif, muhatabı ağır borç altında bırakan bir teklif; din, muhatabını böyle ağır bir borç altına sokmaz.

...

Dinin, din kelimesinin kökü, deyn’den = borçtan gelir; dindarlık da (= dindar olma hâli de) Allah’a “borç ödemedir”, ama bu ödeme, hiç bitmeyen bir ödemedir; ödenen, yine O’nun malıdır (= parasıdır, mülküdür); bunu bilmek ve O’nun dediğini yapmak (= O’na kul olmak), bu borcu tamamen siler, üstüne de çook büyük miktarda bonus = ödül, ikrâmiye verilir.

Ama, ne yazık ki bazıları buradaki azıcık ödüle (= ücrete, maaşa) razılar.

Kendi tercihleri.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET