SICAK & SOĞUK

Yakıcı sıcak, dondurucu soğuk ve ılımanlık, ılıklık. Yaz, kış, sonbahar ve ilkbahar. Güneş bize yakın olunca yazı; uzak olunca kışı yaşıyoruz. Kıştan çıkarken ilkbaharla; kışa girerken sonbaharla tanışıyoruz.

Sıcaklığı veya soğukluğu nasıl hissediyoruz?!. Sıcaktan/sıcakken yandım/bunaldım; soğuktan/soğukken dondum/üşüdüm diyoruz.

Derimizdeki sinir hücreleri (= dokunma duyumuz) beynimize sinyal gönderiliyor.

Pekiî, çook sıcakta ve çook soğukta yaşayan canlılar yok mu?!. Var. Onların derileri sıcağa ve soğuğa bizimki kadar, bizimki gibi duyarlı değil. Meselâ su ayıları +150 ilâ -270 °C sıcaklığa dayanıklılar.

İşitme duyumuz da belli frekanslar arasındaki seslere duyarlı. Havada uçuşan tozların, gökteki çook büyük patlamaların, hücrelerimizdeki faaliyetlerin seslerini duyamıyoruz.

Renkleri algılamamız da bize göre. Meselâ köpeklerde bizimki kadar renk yok. Bizler saniyede en fazla 50 renk görebilirken, sineklerde bu 200’e çıkıyor. Arıların görme ve renk sistemi muazzam; ultraviyole ışınları bile görebiliyorlar. 

Her canlının duyu sistemi (= görmesi, işitmesi, dokunması, tatması, koklaması) ve algılaması kendine özel.

Pekiî insan, algılama sistemini geliştirebilir; daha doğrusu kontrol edebilir mi?!. Meselâ +/- 70-80 °C lik ısıya dayanabilir mi?!. Sözgelimi Hz. İbrâhim (a.s.)’ı, 100°C lik ateş yakmamıştı!.

...

George Berkeley’e kulak verirsek, ateş mi yakar, biz mi yanarız?!. O, dışarda bişey yok; her şey zihnimizde (= algımızda) olup-bitiyor; algılanamayan şey yok/tur, diyordu.

Çok çeşitli iklim şartlarında yaşamaya alışmış insanlar var. Çölde, kutuplarda, ılıman iklimlerde. Bu şartlarda yaşama, bir alışma ve adaptasyon işi ise, insan, çook soğuğa da (= zemheriye de) çook sıcağa da (ateşe de)  “alışabilir, dayanabilir” mi?!. Belli bir oran/sıcaklık ve soğukluk sınırı aşılınca, bence ya “tür değişimi” olur (insan hayvanlaşır) ya da insan kalınacaksa, bu ateş ve soğuk o insanı yakar, acı verir; oysa ılımanlık, ılıklık rahatlıktır.

...

Aşırı sıcağın/yazın ve aşırı soğuğun/kışın Arap dilindeki karşılığına cehennem; ılımanlığın, ılıklığın (ilk ve sonbaharın) Arap dilindeki karşılığına da cennet deniliyor olabilir mi?!.

Berkeley haklıysa, cennetteki adam, burada  kendini ılımanlığa, ılıklığa (= mutedilliğe, orta yola!); cehennemdeki adam da burada kendini sıcaklığa ve soğukluğa (= aşırılığa, ifrat ve tefrite) alıştırmış, yanlış mı söyledim, hazırlamış adam olabilir mi?!.

Cennetimizi de cehennemimizi de burada, biz/kendimiz hazırlıyor veya buradan götürüyor olabilir miyiz?!.

Bilemedim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM