NAMAZ KILMAK
Kılmak, yapmak veya yerine getirmek; bu fiil, namazla kullanılınca, namaz ibâdetini yapmak (?!). Namaz kelimesi gibi, kılmak kelimesi de ithal ve eklektik. Namaz, Farsçadan; kılmak, Öz-Türkçeden. Namazın aslı Salât; salât ikâme edilir. = ayağa kaldırılır.
Biz namazı değil, namaz bizi kılmalıdır.
Biz salâtı (= namazı) ayağa kaldırarak, ayağa kalkmalıyız.
Namaz, kılınarak/canlandırılarak, ayağa kaldırılır = edâ (= أداء الصلاة) edilir; öldürülerek/donuklaştırılarak (= putlaştırılarak) da ezâ edilir. (19/59 = اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ)
Namazı öldürmek veya ona/onu ezâ etmek, onun, Rabbimizle bizim aramızdaki irtibat (bağ/bağlantı, ilişki/iletişim aracı) olduğunu unutmaktır. Namazda Rabbimizle “konuşuruz”!. Daha doğrusu O, bizimle “konuşur”!. Namazda O’nun Kelâmını (= Sözlerini, emir ve yasaklarını) kendi ağzımızla/dilimizle okur, tekrar ederiz. Sadece “elemtere ve aşağısı ile” namaz kılmamak, namazda okuduklarımızı anlamak gerekiyor. Namazda O “konuşur”!, biz dinleriz. Sonunda da “TAMAM YA RABBΔ deriz. = O’nun Huzur’unda rükû’ ve secde ederiz. O’na boyun eğeriz.
Siz, günde beş kez, bu şekilde Huzur’a çıkıp, bu şekilde söz veren, sair vakitlerde ise, O’na verdiği sözleri unutan, boş veren, verdiği sözleri umursamayan bir adama ne derdiniz?!.
Rabbimiz “insaflı ve bize saygılı”! konuşuyor, namazı ezâ ediyorsunuz, şehvetlerinize uyuyorsunuz diyor. (19/59)
Namazın içini boşalttık, onu “belli/basit hareketlere” (= ritlere) indirgedik!.
...
Namaz (= salât), İslâm’ın beş şartından biri. Diğerleri : Şehâdet. Oruç. Zekât ve Hacc.
Şehâdet, olmazsa olmaz. Hacc, ömürde bir kere. Oruç ve Zekât her yıl. Namaz ise her gün beş kere. Cuma ise haftalık.
Demek ki insanoğlu sadece namazla, namaz kılmakla “olmuyor”; oruç tutması, zekât vermesi, hacca gitmesi de gerekiyor. (Kılmak. Tutmak. Vermek. Gitmek. Şehâdet ise getirmek.)
Kendini tut! = bişey yeme ve içme! (eşine yaklaşma, yalan söyleme, vb.) ve, ver!. Cümlenin ilk kısmı, oruca; son kelime (ver) zekâta atıftır. Yâni, alma!, ver!.
Almadan verme, nasıl olur?!. Kişi, çook zengin olursa olur. Öyle midir?!. Hayır. Öyleyse, bu alınıp-verilenler nereden alınıp-veriliyor ve neden böyle söyleniyor?!.
Dışardan = Allah’ın mülkünden alınıp-veriliyor.
Ey insan!, sürekli alma!. Sürekli kendini almaya alıştırma!. Sonra “alma manyağı” olursun ve aldığın şeylere tapar hâle gelirsin. Kapitalistçe “alma manyaklığı”! hastalığına tutulmuşsan, yılda bir ay (sadece Ramazan’da) değil, ayda bir kaç gün, haftada iki gün (= Pazartesi, Perşembe) oruç tut!; ayda bir kaç gün, haftada iki gün sadaka/zekât ver!. Ver ki, o mallar seni teslim almasın!.
Oruç ve zekât, insanın isteklerini (= arzularını) eğitir. Kapitalizm ise, istekler (= arzular) ve duygular üzerinden tüketimi (= sahip olmayı, biriktirmeyi) ve sömürülmeyi körükler. İslâm ise, insandaki aklı ve iradeyi (= istekleri, arzuları ve duyguları) EVRENSEL = KÜLLÎ İRADE’ye uygun kılmaya, bu sayede de insanın düzeninin (= dininin) evrendeki düzene (= dine) uyum sağlamasını tesis etmeye çalışır.
Allah insana : Seni basit ve bayağı şeylere fedâ etmem, değişmem; sen kendini kendi iradenle değişmezsen; Sen Benim’sin; Ben, seni Kendim için yarattım, seçtim; Sen kendini namazla (= salâtla), oruçla, zekâtla ve haccla eğitir, yetiştirirsen, Benim’sin ve Benim’lesin!; der.
Hacc ise, toplumsal, siyasal ve evrensel (= sosyo-politik ve stratejik) bir ibâdettir; o, şimdilik gündemimizde değildir. Namazla (= salâtla), oruçla ve zekâtla kendini eğitmeyenlerin, yetiştirmeyenlerin, “bence”! hacca “delege, temsilci” olarak gitmesi uygun değildir. Zekâttaki zenginlik malla; haccdaki zenginlik hem malla hem de ilmî ve ahlâkî kemâlle ilgili/ilişkilidir. Bugün maalesef hacc da “turistik bir seyahate” dönüşmüş durumdadır.
Yorumlar
Yorum Gönder