Kayıtlar

Ekim, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİRAZ İNSAN...

“Biz, insanı karma/karışık bir nutfeden yarattık. İmtihan etmek için de onu işitme ve görme ile donattık. Ona yolu da gösterdik (= “innâ hedeynâhu’s sebîle”), o ister şükreder, ister nankörlük eder.” (76/2-3) O nutfeye, işitme, görme ve hidayeti bulma kabiliyeti yüklenmiş. Buradaki işitme ve görme duyusu, öteki duyuları da (koklama, tatma ve dokunmayı da) temsil eder. Pekiî bu duyuların hidayetle nasıl bir ilişkisi var?!. İnsan duyuları (beş duyu : görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma), insanın dışa açılan/dokunan kapıları ve pencereleri; insan, dışardan verileri bunlarla içeri/içine alır. Bu alma işine algı denir. Alınan algılar, akılda (= zihinde) işlenir, değerlenir; bilgi oluşur. Bu bilgiler kalbe iner, duygu oluşur. Aslında algı, dışardan duyu organları ile alınanların (ham verilerin) işlenmiş, bilgi ve duyguya dönüşmüş hâlidir. Modern psikoloji algıyı, bilgiyi ve duyguyu ayırarak insan bütünlüğünü parçalar. İnsan bütünlüğü parçalanınca da her bir organa yaslanan alanlar özerk

GÖRME

Görme, göz (= gören ben), ışık ve görünen olmadan gerçekleşmez. Göz, mercektir; bu mercekteki sinirler, ışık vasıtasıyla aldığı görüntüyü beyne iletilirler. Işığın (= nûrun) yokluğu ve merceğin bozukluğu da görmeyi engeller.  Görünenin uzaklığı veya yakınlığı, ve merceğin (gözün bakış) açısı da görmede etkilidir. Önceden yakın/dan gördüğümüz bişeyi uzak/tan görürsek, onun gerçekte ne boyutta olduğunu biliriz; hiç yakın/dan görmediğimiz bişeyi hep uzak/tan görmüşsek, onun gerçekte ne boyutta olduğunu bilmeyiz. Mesafeyi değiştirmeden, merceğimizin (gözümüzün) odağını (bir mikroskop gibi) büyüttüğümüzde veya küçülttüğümüzde de görüntümüz değişir.  Çook az veya çook fazla ışık da görmek istediğimiz görüntüyü görünmez kılar. Bütün bunlar kafadaki gözümüzle ilgilidir. Bir de akıl ve/veya kalp gözümüz var; bunlar, “görüntülerin arkasındaki görüntüleri” görürler ve kafa gözünden destek alırlar. Arapçada görme : Reâ/Rü’yâ. Basar. Nazar. Basîret. Şehâdet/Müşâhede gibi kavramlarla ifâde edilir. U

SOYUT-LAMA

Soyutlama : Somut şeyleri zihne taşıma. İnsan, etiyle kemiği ile (= görünür bedeniyle) somut; insanlık, soyut. Soyutlama, tüm insanlarda olan ortak özellikleri (= yer kaplama, boy, renk, biçim, vb.) toplama, oradan “ortak bir insan-lığa” ulaşma mı; yoksa, her insandaki bu ortak özellikleri (= yer kaplama, boy, renk, biçim, vb.) “soyma” ve en derine inme mi; yoksa, ikisi birlikte mi?!. Bence, iki birlikte. Bu özellikler (= yer kaplama, boy, renk, biçim, vb.) herkeste var ama “farklı farklı”!. İnsan, bunlar değil. Buna benzer özelliklerin çoğu diğer canlılarda (hayvanlarda) da var. Olmayan ne?!. Soyutlama (= akletme) özelliği. Hiçbir hayvan, tikellerden (= tek tek varlıklardan) yola çıkarak soyut (zihnî = kavramsal) bir türe (veya şeye) ulaşamaz. Soyutlama, tikelleri genelleme (= tümelleme) ile, onlardaki elbiseleri (= yer kaplama, boy, renk, biçim, vb.) “soyarak”! çook derinlere inme, ama o görünür nitelikleri olmaksızın anlaşılamayan “bişey”! ise, o görünmeyen “şeyin”! adına, “ruh ya d

İNCİ & MERCAN

Varlık, bir derya/deniz; hakikat de onun içinde/dibinde. İçinde yaşadığımız denizi (= fizikî ve fikrî dünyayı) bir çöp yığınına çevirdiğimiz, çevirdikleri (veya zihinleri ifsad ettikleri/ettiğimiz) için, hakikate ulaşmak, çook zamanımızı ve emeğimizi alıyor, alacak. Bu yüzden bu çöp yığınlarının en derinine inmek, nefesimizi güçlü kılmak gerekiyor.  Kurtlar, dumanlı havayı severler, bu yüzden ortalığı dumana verirler. Zihnimizi durulamadan (= kalp temizliğimizi yapmadan), hakikate (= inci ve mercana) ulaşamayız. 

HÂKİMİYET, BİLMEK; BİLMEK, HÂKİM OLMAKTIR.

Hâkimiyet, bilmek ve bilinen şeyleri kuşatmaktır. “Er-Rahmân-u alel arş’istevâ.” (20/5) Bilmediğimiz (= algılamadımız) şeyler, ‘bizim için yokturlar.’!.  Şeyler (= görünür-görünmez tüm âlem), Allah tarafından bilindiği ve kuşatıldığı için vardır/lar. = Tüm âlem, O’nun ilmindedir; bu yüzden O, tüm âleme hâkimdir. Bizler, bu âlemin çoook az bir kısmını, çoook az biliyoruz. Allah, bize “tüm isimleri/’ni!” (= V/varlığın/ın bilgisini) öğretti ama biz unuttuk. Bildikçe (= hatırladıkça = zikir), O’nu biliriz.

BURAYA NASIL GELDİK?!.

Ali ile Veli çook uzun (4-5 yıl) sohbet etmişler. Çoğunlukla Ali konuşmuş, Veli dinlemiş, ara-sıra Ali’ye sorular sormuş. Veli, sohbetin sonunda Ali’ye (Ali’ciğim) : “Buraya nasıl geldik?!” demiş.  Ali : Her yerden, her yere (= bir yerden her yere) gelinebilir = gidilebilir; yeter ki nereye gideceğimizi (= geleceğimizi) ÖNCEDEN BİLELİM; yarın, cennete veya cehenneme gittiğimizde de aynı soruyu soracağız, Veli’ciğim demiş.  Oğuz Atay'ı rahmetle anıyorum, mekânı cennet olsun. 

İRADE MESELESİ

İrade, seçimdir. Neyi seçeceğimizin bilgisi, akla aittir. Bu bilgide, bizim “doğruyu, iyiyi, güzeli” desteklemek ve tasdiklemek = doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırabilmek için Rabbimiz bize ayrıca Vahiy/Nakil de göndermiştir. Vahyin/Naklin iki temel amacı vardır. Biri, bilgide “doğruyu, iyiyi, güzeli” desteklemek ve tasdiklemek = doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırabilmek; ikincisi, doğru, iyi, güzel seçimi yapabilmek. Bence, ikincisi daha ön planda, daha hayatî. Aklını doğru/selîm bir şekilde kullanan (hemen hemen) herkes, iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini, doğruyu-yanlışı bilir ama birini tercihte ya zorlanır ya da hata eder. Bu, içinde yaşanılan şartlara, hayatın kişiye bahşettiği imkânlara göre değişir. İyi, doğru, güzel, kişinin işine gelmediği (= menfaatine ters geldiği) için, kötüyü, yanlışı, çirkini tercih eder/edebilir, seçer/seçebilir. Vahiy, her şartta iyinin, doğrunun, güzelin tercih, teşvik ve telkin edilmesini kişiden ister. Hidâyet, b

SICAK & SOĞUK

Yakıcı sıcak, dondurucu soğuk ve ılımanlık, ılıklık. Yaz, kış, sonbahar ve ilkbahar. Güneş bize yakın olunca yazı; uzak olunca kışı yaşıyoruz. Kıştan çıkarken ilkbaharla; kışa girerken sonbaharla tanışıyoruz. Sıcaklığı veya soğukluğu nasıl hissediyoruz?!. Sıcaktan/sıcakken yandım/bunaldım; soğuktan/soğukken dondum/üşüdüm diyoruz. Derimizdeki sinir hücreleri (= dokunma duyumuz) beynimize sinyal gönderiliyor. Pekiî, çook sıcakta ve çook soğukta yaşayan canlılar yok mu?!. Var. Onların derileri sıcağa ve soğuğa bizimki kadar, bizimki gibi duyarlı değil. Meselâ su ayıları +150 ilâ -270 °C sıcaklığa dayanıklılar. İşitme duyumuz da belli frekanslar arasındaki seslere duyarlı. Havada uçuşan tozların, gökteki çook büyük patlamaların, hücrelerimizdeki faaliyetlerin seslerini duyamıyoruz. Renkleri algılamamız da bize göre. Meselâ köpeklerde bizimki kadar renk yok. Bizler saniyede en fazla 50 renk görebilirken, sineklerde bu 200’e çıkıyor. Arıların görme ve renk sistemi muazzam; ultraviyole ışınla

UZAK & YAKIN

Elimizde bir ölçüm âleti yoksa, mesafeyi gözümüz ölçer. Gözümüz, uzaktaki şeyleri küçük; yakındaki şeyleri büyük görür. Pekiî, yakınımızdaki şeyler küçükse, hele de görülemeyecek kadar küçüklerse, mikroskop (mercek) kullanırız, değil mi?!. Kritik ve can alıcı soruyu soruyorum. Tanrı, bize uzaksa, O’nu da “küçük” görür müyüz?!. Düzeltiyorum. Tanrı’yı büyük görüyorsak = “Allah-u Ekber” diyorsak, O’nun büyüklüğü, bize olan yakınlığından mıdır?!. Elinizi gözünüze iyice yaklaştırın, iyice, iyice. Elinizi göremeyeceksiniz. Çook yakın olanlar, (gözle/baş gözüyle) görünmüyor ama varlıkları biliniyor.  Tanrı’yı kendimize uzak görürsek = O’nu, kalbimizde, bize şahdamarımızdan daha yakın değil de, uzakta biyerde, meselâ gökte tasavvur edersek, “Allah-u Ekber” sözümüzün anlamı kalır mı?!. “Mesafeyi” iyi ayarlayamazsak = O’nun bize görülebilir bir uzaklıkta olduğunu düşünürsek, bu sefer de O’nu “şeyleştiririz”!. O, bize çoook yakın. “Sübhanallah” dememiz, O’nu tenzih etmemiz, tertemiz görmemizdir.

İNSAN

İnsan : A. Bilen. B. Bildiğini bilen. C. Bilinen. bir canlı/varlık. A. İnsanın bilmesi, sınırlı ama artırabilir bir bilme. O, ne kadar çok bilse de, yine de yarın başına ne geleceğini bilemez. B. İnsanın bildiğini bilmesi, kendini bilmesi için olmalı, ama maalesef bu bilme, böbürlenmeye, büyüklenmeye; bir başkasına karşı : ‘senin bildiğin kadar benim unuttuğum var’, demesine yol açıyor. C. Bilinmesi ise, 1. Kendini öteki gibi hissetmesi; hemcinsine ayna olması/tutması; ötekini kendi gibi görmesi. 2. Her ne kadar çoğu insan buna inanmasa ve istediğini yapsa da Bir’inin onu/kendini, kendinden çook daha iyi bilmesi, her yaptığından hatta ne düşündüğünden dahi haberdar olması, demek. Batılı insan (= batı bilgisi, batı bilimi) A ve B’yi biliyor; C-1’e de yabancı değil ama C-2’nin semtine uğramamış. Bu yüzden onun bilmesi, yakıcı ve yıkıcı (= ahlâksız) bir bilme.