REFERANS
Kaynak. Başlangıç “noktası”. Diğer “noktalardan” ilk noktaya (ve ara noktalara) yapılan atıf. Bilimsel yazılarda düşüncenin “ilk ya da ara destek, kaynak noktası”. Aslında ara destek noktaları da ilk “noktaya” dayanır. O “nokta”, hem merkez, hem çeperdir. O “noktaya” dayanan her düşünce, düzenli ve tutarlı bir çember veya daire oluşturur. Çemberi, teorik düşünceye; daireyi de amele, pratiğe karşılık olarak kullandım. Kişi, o çemberin veya dairenin içinde kaldığı sürece, aynı paradigmanın (= düşünce sisteminin) veya dinin içindedir. Paradigma, teorik (= akademik); din, pratik (= amelî) hayata karşılıktır.
Bir paradigmanın (= düşünce sisteminin) veya dinin içinden konuşan veya yaşayan adam, kendine referans vermez = kendini ön plana çıkarmaz; onu “kendi yapanın” bu “yapı” olduğunu bilir.
Müslümanı, Müslüman yapan “şey”! gibi!.
Bir Müslümanın teorik ve pratik referansı, öncelikle Kur’ân (= Allah) olmalıdır. O, “ara referanslarda” çok fazla oyalanmamalıdır. Ara referansları biraz açmam lâzım. Bu sayede bana sorulan soruya (aslında soru değil, yakınmaya) da bir cevap vermiş olurum. Soru (?!) şu : Bu kadar sık yazıyorsun, yazılarında hiç klasik eserlere (= önceki İslâm âlimlerine) referans vermiyorsun. (Aslında söylenmek istenen, işkembe-i kübradan sallıyor, kafana göre yorum yapıyorsun.) Bu eserlerin “çoğunu” okudum, zihnim bunlarla şekillendi; çok sıkıntılar çektim. Bu yol, hem uzun hem de zor; ayrıca sapağı da çok. Şu da var : Bu eserler, yazıldığı dönemlerin ürünleri, o dönemlerin renklerini yansıtıyorlar. Ben, “renklerin kaynağını” arıyorum. Onlar, kendi siyasî, ekonomik ve kültürel “coğrafyalarına, iklimlerine” göre yapılmış “ballar, ürünler”; ben kendi siyasî, ekonomik ve kültürel “coğrafyamın, iklimimin balının, ürününün” peşindeyim, ve çağımın insanlarını “tüm balların kaynağı” ile buluşturmak istiyorum.
Biliyorum bu iş, boyumdan büyük bir iş. Bu iş, “önceden açılmış, sonra kapanmış yolu”! açma işi. Benim nasibim (= görevim), “kapanmış bu kısa yolu” açmaya çalışmak = gayret etmek; sonuca (sona) ulaşmak değil. Hani, “Gayret, bizden; Tevfik, Allah’tan.” denir ya, tam da böyle bişey. Bu yüzden, ‘ara referansları’ atlıyorum ama yok saymıyorum, onlarla sizi meşgul etmek istemiyorum; ben, kendimi bildim bileli, bu uzun yolu yürüyorum; onlar, düşüncemin içinde mündemiç = yedirilmiş, sinmiş. Herkes, benim kadar uzun yaşayamayabilir. Bu, batılı referanslar (= batı klasikleri) için de geçerli.
Hem Doğulu hem Batılı referanslar (= Klasikler), bünyelerinde iki özellik barındırıyorlar. Onlardan biri, “Ana Kaynağa” (= Fıtrata) işaret ediyor, Onunla uyumlu; diğeri, “Ana Kaynaktan” çok uzaklaşmış, sapmış; bunların (= ikincilerin) “elenmesi, gözden geçirilmesi” gerekiyor. Sizleri, “elenmemiş, gözden geçirilmemiş referanslarla” meşgul etmek istemiyorum. Bir ân önce sizi “Ana Referansla” buluşturmak (= tanıştırmak) = kısa yoldan hedefe ulaştırmak istiyorum; bunun için bile, blogda yaklaşık 2400 (sayfa) yazı yazdım.
...
Bu yazılarda kendimi de referans göstermiyorum (kendimi de ön plana çıkarmamaya çalışıyorum) ama, neticede bu yazılar benim kalemimden çıkıyor; yapacak bişey yok. Bütün yazılar, elimden geldiğince Tevhid (= Lâ ilâhe illâ-l Allah) ekseninde yazılmaya çalışılıyor. Elbette, zaman zaman bu eksenden sapılabilir; ben de kulum, hata yapabilirim, Rabbim, niyetimi biliyor.
Hadis referansı göstermediğime veya çok az gösterdiğime gelince; Hadis, Tevhid’in pratik hâlidir; Söz değildir, Sünnettir, fiildir, yol yürümedir. “Yürüdüğümüz yoldaki işaretler” doğru olmazsa, yol bizi yanlış yere götürür. Siyasî nedenlerden dolayı “uydurulan Hadisleri” saymıyorum, dikkate bile almıyorum. Aynı veya benzer şeyler “klasik külliyatın” başına da gelmiş/tir. Dediğim gibi, “bu uzun yoldaki molozları ayıklamak/temizlemek”, kısa, kestirme ve kesin yolu açmaktan çok daha zor. Benim işim, ömrüm yettiği, sağlığımın el verdiği sürece bu kısa, kestirme ve kesin yolu açmaya çalışmak.
“Gayret, bizden; Tevfik (yardım), Allah’tan.”
Yorumlar
Yorum Gönder