FERK-INDA-LIK
Bi şeyi veya birini diğer şeylerden veya kişilerden ayırt edebilme durumu. Şuur. İdrak. Bilmeleri, bir ve ayrı kılan bilinç/lilik hâli.
Bunun için “uyanık” olmalıyız; uykuda iken hiç bi şeyin ve hiç kimsenin farkında değiliz. Öyleyse, ‘farkındalık uyanıklıktır.’; diyebiliriz.
Çoğu şeyin farkında olmayalım diye, bizi (ayakta) uyutuyorlar.
Doğal uyku (= uyuma), zorunlu bir ihtiyaç; uyumak istemesek de uyku gelir, bizi teslim alır. Benim kastım bu uyuma değil, uyanıkken uyutulma veya uyuşturulma. Yetişkine (= ergene), bebek (= çocuk); direnenlere de “suçlu veya hasta” muamelesi yapma, ve suçlu ilân edilenin hapse; hasta ilân edilenin tımarhaneye (= hasta/ha/neye) gönderme.
...
Hepimizi uyanıkken eğitim ve medya yoluyla verdikleri kültürel ilâçlarla (= film, dizi, video, oyun-eğlence, vb.) uyutuyorlar. Buna taâ ilkokuldan başlıyorlar “Uyu, Ali, uyu.” (okuma fişi); hepimizin uy-sal ve uy-gar birer vatandaş olmamız için uğraşıyorlar.
Farkında olan vatandaşlar olmamız, işlerine gelmiyor. ‘Farkındalık, uyanıklıktır.’, dedimse, bu uyanıklık; kurnazlık, açgözlülük, fırsatçılık, kısa yoldan kolay para kazanma ve iş bitiricilik demek değil; olup-biteni bilme, olup-bitenin farkında veya şuurunda olma.
Bu mu, buraya kadar mı?!.
Olup-biten her şeyi bildik, her şeyin farkında/şuurunda olduk, pekiî bu neyi hâlleder, çözer?!. Dönen, döndürülen dolapları = haksızlıkları/zulümleri durdurur, yüreklerde yanan ateşleri söndürür mü?!.
Hayır. Ama yine de umut, farkında olan, uyanık olan = uyanık kalan (tüm çağdaş ninnilere rağmen uyumayan, nöbet bilinci yüksek olan) insanlarda. Onlar belki bir gün bir araya gelir (= güçlerini birleştirir) ve bu düzene dur!, derler. Bakın!, yine üzerimden sorumluluğu attım, işi gelecek nesillere havale ettim!.
Bir seneyi geçti, çoğu çocuk ve kadın, 50.000’den fazla insan katledildi; dünya bu zulmün “farkında”!, ama kimse bişey yap/a/mıyor.
Demek ki bi şeylerin farkında olmak da yetmiyor; bi şeyler yapmak gerekiyor.
Farkındalık, bilme ise, bilinçse; bu bilme veya bilinç de (tek başına) bi işe yaramıyor. İman gerekiyor. Ancak iman, bizi bi şeyler yapmaya sevk edebilir. İman için de, bilme ve bilinç şarttır. İmana ulaşmayan bilmenin ve bilincin, kişiye ve insanlığa bi faydası yoktur; bence, imana ulaşmayan bilme ve bilinç, kişiye sadece yüktür. Hoş biz, imanı da bilme ve bilinç gibi bişey zannediyoruz.
İman, hem bilgi hem duygudur; ki bu ikisi bilince karşılık gelir; hem de eylemdir, ameldir. Amelsiz iman, meyvesiz ağaç gibidir. Kişideki bilgi, duygu ile hissedilmez (içsel olarak test edilmez) ve bilince (= şuura, sorumluluğa) dönüşmezse, imana (= itminâna) da dönüşmez; içerde iman olmayınca da eyleme dönüşecek bir güç (= arzu, istek) belirmez. Bu gücü, içerdeki uyumlu bilgi ve duygu birlikte hazırlarlar; onlar uyumsuz olurlarsa, birbirleri ile çatışırlar = güçlerini birbirlerine harcarlar. İçerideki bilgi ve duygunun uyumluluğundan ortaya çıkan güç, dışarıya davranış (= iş, amel, eylem) olarak yansır.
Çoğumuzun farkındalığı (= şuur düzeyi) ile duygu durumu (= hissiyat düzeyi) arasında bir uyum yok. Kimimiz biliyor, hissetmiyor; kimimiz hissediyor, bilmiyor. Kimimizin bilgisi yanlış, dolayısıyla da hissi (asâbı, morali) bozuk. Aşırı his (= aşırı öfke/kin ve aşırı sevgi), gözleri kör eder ve bilmeye engel olur. Bilginin duygu ile, duygunun bilgi ile dengelenmesi = bilginin hissedilmesi, duygunun bilinmesi, bilinçtir; ama buradan davranışın (işin, amelin, eylemin) çıkması için (irâdî) bir güce (= isteğe) daha ihtiyaç vardır. İşte bu güç, imandır.
İman, farkındalığın en üst düzeyidir. İman, en üst düzeyde Olan’ı fark etme ve O’na güvenme; dolayısıyla da ‘öteki güvenceleri’ terk etmedir.
İman : “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” demedir.
Yorumlar
Yorum Gönder