MÛSÂ DA ANLAYAMAMIŞTI.
Mûsâ da “olup-biteni” anlamak için genç arkadaşı (= fetâsı) ile yola çıkmıştı. Yiyecekleri balığın denize kaçtığı yerde, kendisine ilim ve hikmet verilen bir kulla (= Hızır ile) karşılaşmışlardı. O kula :
- “Sana öğretilen ilim ve hikmetten Bana da öğretmen için Sana tâbî olabilir miyim, demişti. (Bknz. 18/60-66)
- O kul : “Sen, Bana sabredemezsin. İç yüzünü (= hubrunu, hakikatini) kavrayamadığın şeylere nasıl katlanacaksın?!.” diye karşılık vermişti. (18/67)
- İnşallah sabredeceğim. Sana hiçbir konuda muhalefet etmeyeceğim. (18/68)
- Sabredeceksen, Bana, Ben Sana meselelerin iç yüzünü (= künhünü) açıklayana kadar, Bana hiçbir soru sormayacaksın.
(Tamam. Anlaştık.)
Yürüdüler, epey yol aldılar. Bir limana vardır. Kul, limandaki bir gemiyi deldi. Mûsâ :
- Bunu niye yaptın; geminin içindekileri boğmak için mi?!. dedi.
- Sabredeceğini söylemiştin.
- Özür dilerim, unuttum, Beni affet, Bana güçlük çıkarma!.
Yollarına devam ettiler.
Kul, (muhtemelen yolda oynayan küçük) bir çocuğu öldürdü. Mûsâ :
- Masum (= günahsız) bir çocuğu öldürdün, bu çook acâip (garib) ve çok fenâ bişey!.
- Sabredeceğini söylemiştin. Ben de Sana sabredemeyeceğini söylemiştim. İki oldu.
(Özür dilerim. Bi daha olmayacak.)
Yine yollarına devam ettiler. Acıktılar. Bir köye vardılar. Kimse onlara yemek (yiyecek bişey) vermedi. Kul, köydeki yıkık bir duvarı tamir etti. Mûsâ :
- İsteseydin, bunun için bir ücret alırdın (onunla da aç karnımızı doyururduk) dedi. Kul (= Hızır) :
- Ayrılık vakti. (Üç oldu. Bu işin artık affı yok.) Ayrılmadan önce, Sana üç olayın da iç yüzünü açıklamayayım. İlk olaydaki gemi, yoksullara aitti; hükümdar, sağlam gemilere el koyacak, müsadere edecekti. İkinci olaydaki çocuk, ilerde ana-babasına âsî olacak, onlara çok çektirecekti, (belki de) onları inkâra sevk edecekti; (inşallah) yeni çocukları öyle/onun gibi olmayacak, çok daha temiz olacak. Üçüncü olaydaki duvar, yetimlerindi; babaları onlara, o duvarın altın/d/a bir hazine bırakmıştı...
- Ben bunları “kendiliğimden”!!! yapmadım. (Bknz. 18/68-82.)
...
Mûsâ da anlayamadı!. Ona anlatıldı. Sizce, artık “anlayışı” değişmiş midir?!.
Anlayamadığımız o kadar çoook şey var ki!. İnşallah, bize lâzım olan her şeyi, zamanı geçmeden (= zamanı gelince) anlarız.
Ve anlamadan (dinlemeden), insanları yargılamayı bırakırız.
Yorumlar
Yorum Gönder