İSBAT = İSPAT

İsbat : Bişeyin (bifikrin) doğruluğunu veya bir kimsenin “bişey”! olduğunu delilleri ile ortaya koyma.

Fikrin doğruluğu, akıl yürütme ve uygulama/amel ile; bir kimsenin “bişey”! olduğu “belge, kimlik vb.” ile ispatlanır.

Normal zamanlarda, 'ben polisim veya doktorum' diyen birine, kimliğini göster, deriz. Anormal zamanlarda (kavga, kaza, yaralanma vb.) onlar, 'ben polisim veya doktorum' diyorlarsa, onlara inanırız, değil mi?!.

...

Pekiî ‘ben Allah’ın elçisiyim (= rasûlüyüm)” diyen, birine nasıl inanacağız veya o bize kendini nasıl ispat edecek?!.

Bu soruyu, 1) Miladî 7. yüzyılda yaşadığımızı varsayarak, ve 2) Şimdi, -- çünkü kendini rasül (peygamber değil) ilân edenler var; -- cevaplamamız gerekiyor. Miladî 7. yüzyılda yaşamıyoruz, dolayısıyla ilk şık, devre dışı; demeyin!. Oradan alacağımız “ip uçları, deliller veya kanıtlar” bize, bugün 'ben rasülüm' diyenleri tanımamız, onlara inanıp-inanmamız konusunda yardım edecektir.

Hz. Bilâl veya Hz. Ömer (= tüm sahabeler), Hz. Peygambere nasıl ve neden inandılar, Onda ne gördüler?!. Herkes Onun “emîn” olduğunu biliyordu ama herkes Ona inanmadı.

Niye?!.

Beslendikleri rant düzenini terk etmek, herkes için adâleti tesis etmek istemediler; biz “farklıyız, ayrıcalıklıyız”, onlar bizim hizmetçimiz, biz “efendiyiz”, onlar ‘köle’! dediler.

Oysa Hz. Peygamber, herkes Allah karşısında “köle = kul”!; tek Efendi (= Rab) Allah olacak; diye yola çıkmıştı. Kurulacak böyle bir düzen (= din), onların işine gelmedi. Rantlarının (maaşlarının, itibarlarının) kesileceğini (sona ereceğini), herkes gibi muamele göreceklerini anladılar. 

Şu kesin. Artık yeni bir Peygamber gelmeyecek, ama son Peygamberin izinden giden, aslâ Onun kalitesi veya kalibresinde olmayacak elçiler (= resüller) olacak. Bu elçileri de Allah seçer. (Bknz. 22/75.) Bunlar, ilmiyle âmil âlimler ve Allah dostu evliyâlardır. Bunlar, biz Allah’ın Rasülleri/Peygamberleriyiz demezler ama 'Allah Rasûlünün, dolayısıyla Allah’ın elçileriyiz, Allah tarafından gönderildik' diyebilirler. Bunlara yeni bir Kitâb verilmez; bunlar Nebî değildirler.

Not. Bir arkadaşımla Nebî ve Rasül farkı hakkında konuştuk. O, klasik bilgiye göre Rasülün Nebîden üstün olduğunu söyledi; ben de tersini iddia ettim. Nebî, kendisine nebe (= haber, Kitâb) verilen; Rasül, verilen haberi (= Kitâb’ı), haberden (= Kitâb’tan) haberi olmayanlara ulaştıran demektir.

Benim bu yazıda kullandığım küçük r’li rasül, hem bu anlamda hem de (elçi) gönderme/gönderilme (= mürsel) anlamındaki rasül. Büyük R ile yazdığım Rasüllere Haber/Nebe de (= Kitâb da) verilmiş, Onlar da Nebî olabilir.

Konu biraz dağıldı, ispata dönüyorum.

Yasin 2. sayfanın başı, 13 ilâ 16. âyetler. Hani o şehrin halkına da Rasüller göndermiştik. İki kişi idiler, onları üçüncüsü ile destekledik. Onlar : Biz size gönderildik (= biz mürseliz) dediler. Şehir halkı : Siz de bizim gibi birer beşersiniz; Rahmân, (Sizinle) bişey indirmedi, Siz (birer) yalancısınız (sahtekârsınız), dediler. (15. âyet.)

En kritik soru : Elçiler kendilerini nasıl ispatladılar, onlara hangi delili (belgeyi) sundular?!.

Biraz düşünün, sonra 16. âyeti okuyun.

“Rabbimiz (bunu) biliyor...”!.

Bize düşen (= bizim görevimiz) apaçık tebliğ = belâğ; gerçekleri tüm çıplaklığı ile duyurmak. (17. âyet)

Sizin yüzünüzden “uğursuzluğa” uğradık. Taşlayın (öldürün, kovun) şunları... (18. âyet)

Bu “uğursuzluk” ne, biliyor musunuz?!. Rant musluklarının kesilmesi, milletin gerçekleri görmesi.

Yazı uzadı, kesmek durumundayım. 

“Günümüz elçileri”!, ki bunlar âlimler ve evliyâlardır, kişisel ve toplumsal! rant peşinde değillerse, ortak menfaati (yararı, adâleti) gözetiyorlarsa, onlara inanın; ama belli kişilerin, belli kabile, cemaat ve milletlerin rantlarının peşindelerse, dönüp de yüzlerine bile bakmayın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK