FİTNE

Fitne de belâ gibi insanın denenmesi içindir; her fitne iyi/ye de kötü/ye de kullanılabilir. Allah hariç, her şey bir fitneye dönüşebilir. Mallarımız, eşlerimiz, çocuklarımız (8/28. 64/14-15); iki melek olan Hârut ve Mârut (2/102); müteşabih âyetler (2/7); lânetlenmiş ağaç ve rüya (17/60); azabın ertelenmesi, hayatın kendisi (21/111); başımıza gelen musibetler (22/11. 39/49); bazımız bazımıza = bizler birbirimize (25/20); Salih (a.s.)’ın kavmine gönderilen deve (54/27); cehennem meleklerinin (= zebânilerin) sayısı (74/31), daha bir çook şey, fitne (deneme) için kullanılabilir. Böyle bakarsak fitne, meftûn olduğumuz (= tutulduğumuz) şeydir. Eğer, o şey, bizim için son nokta (= nihaî amaç) ise veya o şeyle, daha yüce/âlî “BiŞey”! için ilgilenmiyorsak, o şey bizim için bir puta döner ve denemeyi kaybederiz. Mesele anlaşılmış olmalı; anlaşılmadıysa, biraz daha izah. Eğer malı, eşi, evlâdı, mevkî-makamı hayatımızın son noktası (= nihaî amacı) olarak görüyor; sırf bunlar için çalışıyorsak; onları Allah’ın değerlendir dediği gibi değerlendiremiyorsak, denemeyi kaybederiz ve bunlar bizim için “kötü birer fitneye” dönüşürler; bunlarla Allah’ın belirlediği sınırlarda ilgilenirsek, o zaman da bunlar bizim için “iyi birer fitneye” dönüşürler.

Yaratan, yarattığı her şeyi “deneme aracı”! olarak kullanabilir; şeytanı da bu amaç için kullanıyor.

(Fitne, isim; fiil hâli fetene. Fettân, fitneye sevk eden; meftûn, fitneye tutulmuş, âşık olmuş, o şeye tutku ile bağlanmış, varını-yoğunu ona adamış.)

Kendisi ile denendiğimiz şeye takılır-kalır, Deneyen’i unutursak, o şey bizim için kötü bir deneme olur; ama o şeyi biz, bize bir “deney”! olarak Veren’in dediği şekilde değerlendirirsek, o şey de bizim için iyi bir deneme (imtihan, fitne) olur ve onunla O’na kulluğumuzu doğru bir şekilde göstermiş oluruz.

Felsefenin ‘kendinde şey ve kendi için şey’ini bir de buradan okumak gerekiyor. Tanrı olmazsa, hiçbir şey, ne kendindedir ne de kendisi içindir; her şey, o şeyleri Yaratan Tanrı’ya kulluk içindir.

Her şey, insan dahil, Tanrı’ya kulluk için vardır. Bizler ne kadar anlayamasak da her şey kendi dili = kendi lisan-ı hâli ile O’nu tesbih etmektedir. Biz insanlar da, bizim emrimize verilen (= musahhar kılınan) her şeyi, kendi istediğimiz (arzumuz, tutkumuz) gibi değil,  O’nun istediği gibi, O’na kulluk etmek için değerlendirmekle (kullanmakla?!) mükellefiz. O’na kulluk için bizde güçlü bir arzu (= tutku, hırs) olabilir ama O uygun görmezse, bu arzumuz (= tutkumuz, hırsımız) da gerçekleşmeyebilir. Nitekim, şu âyet buna işaret eder.

“Sen ne kadar çok istesen de insanların çoğu inanacak değildir.”

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ

Yusuf, 103.

Dikkat!, burada hırs (hareste) kelimesi kullanılıyor. Bir işe dört elle sarılmak (yoğunlaşmak, konsantre olmak), o işe tutkun (tutkulu, meftûn) olmak, azmetmek de bir hırstır; ama o işi, sırf o iş için (kendinde şey olarak) yapmak veya yapanın kendisi/egosu için yapmak, muhterisliktir ve kişinin o işe takılıp-kalması, o işi putlaştırmasıdır.

O kadar çook putumuz var ki, saymaya kalksam sayamam!.

“Dediler ki : Biz, Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi zâlim halk için bir fitne (konusu, aracı) yapma.”

فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ

Yunus, 85.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM