İLÂH "ALGIM"
Bu algıya Tanrı tasavvuru da deniyor. Algı ve tasavvur, bilgiden daha zayıftır. Tanrı’nın Zâtı ve mâhiyeti bilinemez ama özelliklerinden (= esmâ, sıfat ve fiillerinden) yola çıkılarak, O’nun hakkında bir tasavvur (= algı) sahibi olunabilir ve herkesin Tanrı tasavvuru kendine özeldir.
Benim Tanrı tasavvurum (= algım), büyük ölçüde otorite ve
hâkimiyet kavramlarına yaslanıyor.
Tanrı, yaratan ve bu yaratmayla düzen (= din) kuran ve bu
düzeni sürdüren Varlık ve Güç’tür.
Yaratmada, yaşatmada, yürütmede ve hükmetmede ortağı yoktur,
tektir. = Lâ ilâhe illâ-l Allah.
Yaratma, yaşatma, yürütme ve hükmetme birden çok Tanrı (=
ilâh) tarafından istişare (= konsensüs, uzlaşı) ve ortak karar (= demokrasi)
ile yapılsa, elbet bir konuda görüş ayrılığı ve kaos oluşacaktır. = “Eğer gökte
ve yerde iki (veya daha fazla) ilâh olsaydı, gök ve yerin düzeni bozulur,
oralarda fesat çıkardı.” (21/22)
İlâh (= Tanrı), otoritesi mutlak olan, bu otoritesine
ortaklığı (= şirki) aslâ kabul etmeyen tek hâkim Güç.
Bu Gücün otoritesi, insanı yaratmasına kadar kâinatta tıkır
tıkır işliyordu, kimse O’na muhalefet etmiyordu. Kâinattaki otoritesini
Kendisine mutlak itaat eden memurları (= melekleri, askerleri, güçleri)
sağlıyor, O sadece emir veriyordu. Kral (= Melik), yapmaz, emreder. Otoritenin
testi, Emrin yapılıp-yapılmamasına bağlıdır. Verilen emri herkes yapsa veya o
emre herkes isyan etse, BİZCE o otorite anlamsızdır. Akıllı ve iradeli olan bazıları,
verilen emre muhalefet ve ⁹isyan etmeli ki, o otorite de itaati
mükâfatlandırsın, isyanı da
cezalandırsın. İşte bu akıllı ve iradeli varlık insan; onun mekânı da dünya.
Dünya, kainatın yanında okyanustaki bir damla veya çöldeki bir kum tanesi bile
değil. O’nun otoritesine herkes isyan/muhalefet etse, O’nun otoritesi zerre
sarsılmaz, zarar görmez; veya herkes O’na itaat etse, O’nun otoritesi zerre
kuvvetlenmez.
Pekiî O, neden otoritesini test etmek ve bunu da insan
üzerinden gerçekleştirmek istedi?!.
Yukarıda kısmen değindim, insan yaratılmadan herkes (= tüm
melekleri) O’na itaat ediyordu.
Ve O insanı yaratmak istedi. İlâh, istediğini, istediği
gibi yapar.
Meleklerini topladı ve Ben, yeryüzünde akıllı, iradeli bir
varlık (= beşer/insan) yaratacağım, dedi. Melekleri : Orada kan dökecek, fesat
çıkaracak birini mi yaratacaksın, Biz Senin her dediğini yapıyoruz. = tesbih ve
takdis ediyoruz, bir sorun mu var.?!, dediler.
O (= Allah) : Ben sizin bilmediklerinizi biliyorum. (diye
cevap verdi)
Âdem’e (= yarattığı beşere) tüm isimleri öğretti. Akıllı
olmak, öğrenmeyi ve öğretmeyi gerektirir. Kötüler arasından iyi, bilgi ile
seçilir; bilmeyenler, kötüyü iyi diye seçebilirler. Ve meleklerine : Eğer doğru
biliyorsanız (= in küntüm sâdıkîn), hadi şunların isimlerini söyleyin, dedi.
Melekler : Sen Yücesin (= Sübhânsın) Ya Rabbi, Bizim Senin Bize öğrettiklerin dışında bişeyi
bilmemiz mümkün değil, dediler.
Allah, Âdem’e : Hadi say (= söyle) onların isimlerini,
dedi. Âdem, tek tek saydı. Allah da (meleklerine) : Ben, göklerin ve yerin
gaybını, Sizin açığa vurduklarınızı ve gizlediklerinizi bilirim, dememiş
miydim, dedi. Ve meleklerine, Âdem’e secde edin emrini verdi. Otorite, emir
verir.
Bu emre, iblis hariç tüm melekleri itaat etti. İblis,
Rabbinin Bilgisine değil, kendi bilgisine güvenerek büyüklendi (= kibirlendi =
istikbar) ve Rabbinin emrine isyan etti; bu isyan onu kâfir etti. Buradaki
kâfirlik, inkârdan değil isyandan. Aslında hiçbir kâfir inkâr etmez, herkes
inanır ama itaat etmez!.
İblisin itaat etmeme, isyan etme gerekçesi, maddî. O
topraktan, ben ateştenim; ateş, topraktan üstündür.
İbni Arabî, çook ekstrem bir gerekçe daha sunar. Sanki,
emir veren Allah değilmiş gibi, iblis (= şeytan), Allah’tan başkasına
secde edilmeyeceğini biliyor ve yaratılmış olan Âdem’e secdeyi reddediyor (=
ihlâslı davranıyor!), der.
...
Âdem ve eşine : siz şu cennette yaşayın, yiyin-için ama şu
ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz, denir.
Ne kadar zaman geçti, bilinmez; şeytan, Âdem ve eşini
kandırır = bu ağacın size yasaklanması, sizin iki melek olmanızı ve ebedî (=
ölümsüz) yaşamanızı engellemek içindir, der.
Ve Âdem ve eşi, o ağaca yaklaşırlar.
Çıplak (= dımdızlak) kalırlar. Kendi acizliklerini ve aptallıklarını fark ederler ve Rablerinden yeni kelimeler alarak tövbe ederler.
İnsan, hatasının (= günahının) farkında olan ve tövbe eden bir varlık; şeytan, hatasında (= günahında) ısrar eden bir varlık; melekler, artık hata ve günah işlemeyen varlıklar. Âdem’in yaratılmasıyla meleklerde iyilik; şeytanlarda kötülük bâkîleşmiş; bu iki özellik insanın test/imtihan edilmesi için insanın tabiatına yerleştirilmiştir. (Bknz. Bakara, 30 ilâ 40. A’raf, 10 ilâ 25.)
Allah (= El-İlâh), bizi yaratarak otoritesini bizim
üzerimizden test etmekte = bizi bu şekilde denemekte, imtihan etmekte. BİZCE,
hayatın anlamı bu (“hikâye”) olmalı; diğer tüm anlam arayışları (= Yunan, Batı,
Doğu, hatta İslâm felsefeleri; insanı anlama biçimleri = psikolojiler) bu “hikâye”!
ile uyumlu kılınmalı; aksi hâlde hepsinin yaptığı, karanlıkta (= samanlıkta)
iğne aramanın ötesine geçemez, geçememiş...
Bütün mesele, Bir ve Tek Olan İlâh’ın (= Allah’ın) otoritesine
(= hâkimiyetine) ve terbiyesine (= Rabliğine) güvenip-güvenmememiz. O’na inanıp-inanmamamız
= mü’min-münkir oluşumuz), teslim olup-olmamamız = islâm/müslim-isyankâr/gayri
müslim oluşumuz).
Yorumlar
Yorum Gönder