MAHRÛMİYET, MAHKÛMİYETTİR.

Mahrûmiyet, kişiye verilen “belli hakları” ona haram kılmadır. Mahkûm eden, Hâkim’dir. Mahrûmiyet, işlediğimiz suça verilen bir cezadır. Suç, cezayı gerektirir. Cezasız, suç olmaz.

Hayata “tersten”! baksak; bize haram kılınan şeylerin, ezelde işlediğimiz suçun (= ağaca yaklaşmanın = söz dinlememenin) bir cezası olarak görsek, hatalı bir çıkarım mı yapmış oluruz?!.

Ben, Hakîm’in verdiği kararı (= cezayı) tanımıyorum; O’nun haram kıldıklarını kendime haram/yasak kılmıyorum = haklarımdan mahrum kalmak istemiyorum, diyebilir miyiz?!.

O’nun zebânilerinin (= polislerinin) ve ölümün elinden kaçacağımızı mı sanıyoruz?!.

Bazıları da haramlar şöyle dursun, kendilerine bazı helâlleri bile ceza olarak verirler.

Her gün oruç tutmayı, kendilerine verilen bir “ceza”! olarak görenler var. Meselâ, cigaranın önceden verilmiş bir ceza (= haram), olup-olmadığı tartışılıyor, mekruhtur, deniyor. Ben de “onlar gibi”! düşünüp, cigara içme hakkımı, kendime verdiğim bir ceza olarak görmek ve bu fıkhî tartışmayı da bu şekilde hâlletmek istiyorum; yoksa bu “illetten” kurtulamayacağım. Biliyorum bu, önceden işlediğim suçun karşılığı değil, ama belki, “hafifletici bir sebep” olabilir.

Bize hak gibi görünen belli haklardan mahrum olmadan, hakkımızda “olumlu mahkûmiyet”! (= beraat) kararının verilmeyeceğini düşünüyorum.

Burada, haklarında belli haklardan mahrûmiyet kararı verilenlere ve bu mahrûmiyete harfiyyen uyanlara, ötede hiç mahkûmiyet kararı verilmeyecek/miş; onlara “her şey serbest”! olacak/mış!.

Siz ne düşünüyorsunuz?!. Bu düşünce, size de bigarip (= ters, ilginç) geliyor mu?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM