BU ZAMANDA DİNDARLIK

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacak.” (Tirmizî, Fiten, 73; Ebu Dâvud, Melâhim, 17).

Dinin sabit (= değişmez) değerleri var. En başta gelen değer, tevhîd (= Tek İlâh’ın hâkimiyeti); sonra, ekonomik ve sosyal (= toplumsal ve siyasal) adâlet. Adâleti bozan = ekonomik ve sosyal (= toplumsal ve siyasal) zulme sebep olan da tevhîd’in esnetilmesi ve bozulması.

Ekonomik adâletsizliğe, sınır/ilke tanımaz zenginlik (= haksız kazanç) sebep oluyor. Bunu da bugün, büyük ölçüde faiz (= ribâ = رباء) sağlıyor. Riba, ticaret (= alış-veriş) değil, tefecilik = mal ile değil, para ile para kazanma. Ribâda, alın teri (= emek) de risk de yok; ticarette (= alış-verişte) alın teri (= emek) de risk de var. Riba, rahmetli Ali Şeriatî’ye göre yoksulun canından ve kanından beslenmedir. Bence!, her türlü “kağıt oyunu” (bitcoin, borsa ve tahvil dahil) emeksiz kazanca girer. Bunlar, zengini (= parası olanı) daha zengin; fakiri daha fakir kılan araçlar. Borsadaki ortaklıklarda (= hissedarlıklarda) hisse sahibinin hiçbir dahli = söz hakkı yok. Tahvilin sahibi devlet; tahvil satın alan da devlet yönetiminde (harcamalarında) söz sahibi değil.

Ekonomik adâlet bozulunca, sosyal adâlet de bozuluyor; insanlar, kısa yoldan zengin olmak için gayr-ı meşrû işlere (fuhuş, kumar, uyuşturucu, vb.) yelteniyor.

Siyâset (devlet) de, bu bozuk düzeni düzeltmek! için ekstra harcamalar yapıyor. (Yeni denetim kurumları, hapishaneler; yeni adamlar = polis, jandarma, vb.) Bütün bunlar için ya para basıyor ya da faizle borçlanıyor.

Neredeyse tüm dünyadaki ekonomik-siyasal sistem = kapitalizm, bu şekilde işliyor.

...

Allah’tan korkan bir dindar (= Müslüman), sistemin = kapitalizmin bu işleyişine destek olamaz, olmamalı; aksine köstek olmalıdır. Köstek yolları kapalı, destek yolları açık. Destek yollarının bir kısmı zorunlu, bir kısmı da gönüllü. Müslüman, zorunlu olanlardan sorumlu tutulmayabilir (= “lâ yükellifullahu nefsen illâ vüs’ahé”) ama, gönüllü olanlarından sorumluyuz. Yiyecek ekmeğe, içecek suya, giyecek elbiseye, barınacak eve muhtaç hâldeysek, kimse de bize borç vermiyorsa, bankadan (faizle) borç alabiliriz ama bankaya (faizli) borç veremeyiz; çünkü bankanın paraya olan ihtiyacı, zarurî ihtiyaç cinsinden değil, para kazanmak için.

Dinde verme/k, alma/k için değil, yardım etmek için. Onlar, “Düşküne, yetime ve esire, sırf Allah rızası için seve seve yedirirler; biz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz, sıkıntısı dehşetli bir günden korkuyoruz derler.” (76/8-10)

Bugün mü zor, o gün mü?!.

Bugünün (İslâm’ı yaşama) zorlukları, o günün zorlukları ile karşılaştırılamaz bile.

Gittin mi de böyle söylüyorsun (?!), diyeniniz olabilir. Verilen Haber’e itimat ediyorum = inanıyorum; inanmayan varsa, kendi bilir.

“İnsanlar, inandık demekle denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar.” (29/2)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM