BELÂ = (بلاء)

İmhitan. Deneme. Sınav.

Kelimenin fiil formu, ibtilâ, belâya tâbî tutulma; imtihan da aynı kalıp; iftiâl kalıbı. İctima’, iktidar, ihtiyar da aynı kalıp. Kişi, kendi kendini imtihan edemeyeceği (kendi kendini toplayamayacağı, kendi kendini yönetemeyeceği, kendi kendine yaşlanamayacağı) için, bu kalıp kullanılıyor.

Bizi, sıkıntı, zorluk ve darlıkla (belâlarla) da, kolaylık ve bollukla da imtihan eden Rabbimizdir; biz, sadece sıkıntı, zorluk ve darlığı belâ olarak görüyoruz; oysa kolaylık, rahatlık ve bolluk da bir belâdır. İkisi karşısında da, ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Aksi hâlde, fakirlik (sağlık-hastalık, vb.) imtihanını da zenginlik imtihanını da kaybedebiliriz. Belâlar karşısında nasıl davranacağını, ne yapacağını bilenin imtihanı güzel geçer. Bu kişilerin imtihanına Rabbimiz, “belâen hasenâ = güzel belâ” der. (Bknz. 8/17)

Belânın, belâ (bir imtihan sorusu) olduğunu bilirsek, belânın güzeli de olurmuş!.

Hayat, bir imtihan. Herkes bu imtihana girmek zorunda. (Kazasız) belâsız baş (kul) yok; herkesin kendine göre bir derdi var. Kimi, kendiyle/nefsiyle; kimi, ailesiyle (aile fertleri ile); kimi, sağlığı ile; kimi fakirliği veya zenginliği ile; kimi mevkî (toplumsal statüsü) ile imtihanda. İmtihandan kaçış yok.

‘Rabbim!. Sen bizi, başımıza gelen bu belâlarla (iyiliklerle, kötülüklerle) hem imtihan ediyor hem de terbiye ediyorsun. (Rab, mürebbîdir.) Senden gelen her şeye ‘eyvallah’; bize, bu belâlar karşısında ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini de öğret. Mevlâm/ız Sensin.’ şeklinde yalvarmamız gerekiyor.

Belânın, belâ olduğunu bilmek, elbette önemli ve değerlidir ama belâlar karşısında ne yapılacağını, nasıl davranılacağını öğrenmek çook daha önemli, çook daha değerlidir.

Belâlardan kaçış yok. Belâlar, insanın başına iki maksatla gelebilir. 1) Kul azar; azdığı için de o belâ ona bir ceza olur. 2) Kuldaki gizli hazinenin ortaya çıkması, kulun çook daha iyi ve saf/temiz bir kul olması arzulanır. Bu, belâlar karşısında ne yapacağını, nasıl davranacağını bilenlere hastır. Celâleddin Rûmî’nin : “Kula belâ gelmez, Hakk yazmayınca. Hakk belâ yazmaz, kul azmayınca.” dizeleri, ilk hâli anlatır; kul, ikinci hâle tâlip olmalıdır.

Not : Altın cevheri doğada saf hâlde bulunmaz; onu saflaştırmak = mücevher hâline getirmek için yüksek ateşte rafine etmek gerekir. Elmas da yüksek basınç ve yüksek sıcaklıkta oluşur; elmasın ‘aslı’ kömürdür, karbondur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM