HEPİMİZ SUÇLUYUZ!.
Suçlu olmasaydık, burada bulunmazdık. Ağaca (= günaha) yaklaştık, o suçun (= günahın) tadına baktık ve düştük (= hubût); elbet, sonradan pişman olduk (tövbe ettik), tövbemiz kabul oldu ama samimiyetimizin bir kez daha test edilmesi için buradayız.
Buraya
gelirken, temiz (= suçsuz) ve “eşit”! geldik. Bize (= İslâm’a) göre, bu dünyaya
suçsuz (= günahsız) gelinir ama sonradan kirlenilir. Hıristiyanlara göre ise doğuştan
suçlu gelinir (= ilk günah). Bu fark, aslında çok da önemli değildir; önemli olan,
iyilik yapmak ve adâletli olmakla “temizlenmektir.”!.
Yaratılıştan kaynaklanan
göreceli eşitsizlik (= kiminin zengin, kiminin fakir ailede doğması; kiminin
sağlam, kiminin sakat olması), testin bir parçasıdır; orada (= yaratılışta) bize
göre bir eşitsizlik varmış gibi görünse de aslında yoktur. Herkesin, bir
tarağın dişleri gibi tek-tip olması, hiç hoş olmazdı, çok sıkıcı olurdu. İnsanı
bu dünyada hoş kılan, adâlettir = adâlet duygusudur. Yarışa herkesin farklı “yerlerden”
(şartlarda/n) başlaması, eşitliğin
değil, adâletin gereğidir. Eşit olsaydık, bu eşitliği bozmak için uğraşırdık.
İnsanî fıtrat gereği, kimse kimseyle eşit olmak istemez; eşitlik, yarışa =
yarışmaya terstir. Fizikî, ekonomik, psikolojik, sosyal (toplumsal) ve siyasal
eşitlik, zaten mümkün de değildir; gayreti (= sa’yi, çabayı, çalışmayı) anlamsız
kılan bişeydir. Bu tür bir eşitlik, insanları olduğu yere mıhlar; onları “yücelten,
yükselten” adâlet ve iyiliktir. Hayatın bir yüzü adâletse, öbür yüzü de iyiliktir.
Adâlet ve iyilik, hayatın iki kanadıdır; bu kanatlardır bizi “uçuran”!.
Hepimizi “göreceli
suçlu veya günahkâr” yapan şey, adâlet ve iyilikten uzaklığımızdır. Elbet, herkesin
suçu aynı değildir ama herkes, az ya da çok suçludur; Peygamberler hariç, suçlu
olmayanımız yoktur. Olup-bitenlerden şikayet etmeye hakkımız da yoktur. Çünkü, hiç
kimse, üzerine düşen vazifeyi “tam” yapmıyor, herkes az ya da çok kaytarıyor.
Eğer, birine bir
taş atılacaksa, “ilk taşı, suçsuz (= günahsız) olanımız atsın.” Hiç kimse, suçsuz
(= günahsız) olmadığına göre, kimse kimseye taş atmamalı, atamaz da!.
Hepimiz, kendi çapımızda
suçluyuz. Suçumuzu affettirmek için, kendimizi, kendi vicdanımızda yargılamalı;
“orada” Hakk’ı bulmalı ve O’nun affına sığınmalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder