SEVMEK

Sevme/k, bilme/k ve tanıma/k gibi iki eylemin/durumun sonucunda gerçekleşir. Bilme/k, teoriktir, dışsaldır; kendimiz de bilebiliriz, birileri de bize bildirebilir. Tanıma/k, pratiktir; tanıdığımız kişi ile bizler bizzat ticaret, yolculuk ve komşuluk yapmışızdır. İşte böyle bir bilme ve tanımanın sonucunda sevme ya da zıttı nefret etme oluşur.

Birini Allah için seven kişi, başta kendi doğrudur; sonra, sevdiğini doğru bilmiş, doğru tanımış ve onun yanlış yapmayacağına inanmıştır. 

(Doğru anlaşabilmemiz için kelimelerin hakkını vererek içlerini doldurmamız gerekiyor.)

Sevgi de hiyerarşiktik. Her sevgi, ‘bir ve aynı’ değildir; en çok neyi veya kimi seviyorsak, öteki sevgilerimiz ona göre şekillenir. Bazı insanlar, Allah dışındakileri (= parayı-pulu, eşi-dostu, dünyalığı) Allah’ı sever gibi severler. Bazılarının Allah sevgisi, çook şiddetli, en şiddetli (eşeddü hubben lillah) sevgidir. Bazıları da sevdikleri insanları, onlar Allah’ı seviyorlar (= Allah dostu, Allah ile dost) diye severler. (Bknz. 2/165.)

Birini Allah için sevmek : onun Allah için bişeyler yaptığını bilmek ve onun bu gayretine şahit olmakla = tanımakla mümkün. Allah için bişeyler yapma, yapılan şeyi Allah rızası için yapma ve yapılan şeyden dünyevî (= maddî, siyasî, toplumsal/sosyal, vb.) en ufak bir karşılık beklememe veya almamadır. Ancak böyle olanların (Allah) sevgisi, çook şiddetli, en şiddetli sevgi olur. Seven, sevdiği için ölür. = Şehâdet. Birbirimizi Allah için sevmemiz demek, hepimizin bütün sevgilerini aynı hedefe, aynı gayeye, aynı yöne (kıbleye) yöneltmesi (aynı safta durması) demektir. Bu, şeklen camiide, imamların önderliğinde gerçekleşir ama camii dışında herkes, imamlar dahil, farklı yönlere (hedeflere, amaçlara) yönelirler.

Durum, gerçekten böyle değil midir?!.

Bırakalım kıblesi Kudüs, Washington, Moskova, Bürüksel olanları; kıblesi Kâbe (= Mekke) olanların kalbi/yüreği aynı sevgi ile mi atıyor, aynı şeyler için mi çarpıyor, çırpınıyor?!.

...

Benim işim, “rahatsız etmek”!; konforu (rahatı) bozulmayanlar, çoğu şeyin farkına varamazlar. İmam olsaydım, belki insanları doğru yöne/yola yönlendirirdim. Doğru yöne/yola yönlenmek/yönelmek için, gidilen yolun yanlış olduğunu bilmek gerekir.

Gittiği yolun doğru olduğuna inanan, yoldan çıkmaz.

Yolun doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?!.

Yolun doğru olduğunu bildirenlere (= Allah’a, Rasulüne ve Rasulünü takip edenlere) inanarak = güvenerek. Allah’tan, elimizde Kitâb/Kur'ân var; Rasulünden/Efendimizden, Sünnet (= yaşantı, model olmaklık) var. Efendimizi takip edenlere de Sünnetin ve Kitâb’ın izini sürerek inanabilir, güvenebiliriz. Efendimiz dünyevî saltanat sürmemiş; saltanat sürenler, Efendimizin izindeyiz diyemezler. Efendimiz, müşriklere sevgi beslememiş, şirkle (tağutî düzenlerle) işbirliği yapmamış, şirkle (tağutî düzenlerle) işbirliği yapanlar, Efendimizin izindeyiz diyemezler... Sünneti, önce genel ilkeleri ile ele alıp, sonra ayrıntıya (misvak kullanmaya, sarık sarmaya, vs.) indirmemiz gerekir. Misvak kullanan ve sarık saran adamın, hayata bütüncül bakan bir vizyonu yoksa, onun dini de bütüncül değildir; onun, “Lâ ilâhe illâ-l Allah”, “Allah-u Ekber”, “Elhamdülillah Rabb-il Âlemîn” demesi, ne ifâde eder, ne anlama gelir?!.

Sevmek, nasıl kuru kuruya seni seviyorum, demek değilse; inanmak da öyledir. Sevginin de inancın da test edilmesi gerekiyor. 

“İnandım demekle ciddî imtihanlardan geçirilmeden başıboş/serbest bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?!. Öncekileri sınadık/imtihandan geçirdik. Biz, sâdık (= samimî) olanları da yalancı (= kâzib, samimîyetsiz) olanları da biliriz.” (29/2-3)

Biz de bilelim! = görelim! ve yarın itiraz etmeyelim diye, bu düzen böyle kurulmuştur.

Yarın herkes, kimin neyi veya kimi en çok sevdiğini, ne için yaşadığını bilecek = öğrenecek = görecek; hiiiç itiraz edemeyecek!.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM