BİLMENİN MÂHİYETİ

Zannımca!, mâhiyet, mâ (ما) ve hiye (هى)’nin birleşimidir. Hiye (هى), Hüve (هو)’nin müennesi; mâ (ما), ne; hüve ve hiye, o demek.

Hüve (هو)  sadece O’na mahsus. “Lâ ilâhe illâ Hû (هو).” Sadece O’nun gerçek Hüviyeti var. Bize hüviyetlerimizi de O vermiştir.

Mâhiyet, o nedir, nasıl bi şeydir?! anlamındadır.

Bizler, şeylerin mâhiyetini bilebiliriz ama O’nun mâhiyetini (= mâHüve’sini/Hüviyetini) bilemeyiz. O’na kul olmazsak bizler de O’nun “yanında” birer “hiye”yiz, “şey”! hükmündeyiz; olursak, O bize de birer hüviyet (= kimlik ve kişilik) verir.

...

Her şey, sudan = mâe’den (ماء) yaratılmıştır. “ve cealnâ minel mâi külle şeyin hayy” (21/30). Allah-u A’lem, Allah’a göre yaratma, şeylere sadece hemze (ء) ilâve etme gibi bişey!.

Mâhiyet şeylerin bilgisi ise, şeyleri nasıl bilebiliriz?!.

Onların ne (= mâ) olduklarına ve nasıl (= keyfe) olduklarına bakarak. (gözlem yaparak!.) Şeyler hakkında önceden gözlem yapanların (önceden onlara bakanların) bize bildirdiklerini dinleyerek ve okuyarak. (= semîan basîrâ)

Bizler dinlemeyi ve okumayı kelimelerle (= kelâm ile, dil ile) yaparız. Kelimeler, şeyler hakkında bilgi taşırlar; onların isimlerini, fiillerini ve sıfatlarını bize bildirirler.

Kelâm, hem kelime hem ilim. İlim olan Kelâm, bize Tanrı (Tanrı’nın Zât ve Sıfatları) hakkında (teolojik) bilgi verir; Tanrı’nın Zâtı bilinemez, der; O’nu Sıfatları (ve Fiilleri/Ef’âli) ile bize tanıtmaya çalışır.

Bizler de, kendimizi (= bizi) ve şeyleri tanımak (= bilmek) için, bize ait isim, sıfat ve fiiller üzerinden yol alırız.

Allah, Âdem’e (= bize) bütün isimleri öğretti; buna Kendi İsmi de dâhildi. İsim/ler, bizim ve şeylerin zâtlarına (= kendilerine) karşılık olarak kullanılır ama zâtı/zâtları tam ifâde edemezler. Benim adım Hasan, anlamı güzel; sırf bu isim bana verildi diye ben güzel miyim?!. Güzellik yapmazsam, güzel olmam; ismim, güzellik yapmamın garantisi değil. Bu ad bana, rahmetli dedem tarafından verilmiş. Bana hiç ad verilmese idi, ben yine ben’dim ama isimsiz ben’dim. İsim, bizim bişey yamamızı sağlamıyor, belki onu bize verenin arzusunu = beklentisini ifâde ediyor. Yapmalar (fiiller), kişinin isminden (= isimle/isimden) değil, zâtından (= kişinin kendinden).

Zât, isim, fiil, sıfat...

Sıfatlar da yapılan şeylerin özelliklerinin, onları yapan kişiye (o ismi taşıyan zâta/kişiye) yansıması/ndan.

Her zâtın (kişinin) bir adı/ismi olur, isimsizleri bizler “doğrudan” bilemeyiz; o ad/isim, yaşadığı sürece bişeyler yapar (= fiil/ef’âl); yaptığı o şeylerin özelliklerine (= sıfatlarına) göre, bizler o kişi hakkında bir hüküm verir; o kişi, şunu, şu şekilde yapandır, deriz.

Öyleyse bilme, kişilerin ve şeylerin sıfatlarından ve fiillerinden isimlerine, oradan da zâtlarına/kendilerine gitme şeklinde gerçekleşen aklî bir eylemdir/fiildir.

...

Allah’ı da böyle biliriz. Allah da yapar. Elem tera keyfe feale RabbüKe... (105/1) Keyfe’ye ve Feale’ye dikkat!. İkisi de Allah için kullanılıyor. Feale (فعل) fiili, çok yerde Allah’a izafe edilir. O, dilediğini yapar = yefalü mâ yürîd. (2/253) Nasıl (= keyfe) isterse, öyle yapar ama yapınca çook güzel yapar. En Güzel İsimler O’nundur = LeHü-l Esmâ-ül Hüsnâ. Biz O’nu, yaptıkları (= yarattıkları) üzerinden bilir ve tanırız. 

Bizim bilmemiz de O’nun yarattıkları üzerindendir; bizler de O’nun yarattıklarından, fiillerinden, ef’âlindeniz. O’nun yarattıklarını = fiillerini = ef’âlini (fıtratı/yaratılışı, fıtratımızı) bozmadan doğru okuyabilirsek, doğru bilgileniriz.

Kelimelerin anlamlarını bozma (= yuharrifûnel kelime an mevâdııhî, 5/13), fıtratı (= yaratılışı) bozmadır. Fıtrat (= yaratılış) bozulursa, doğru bilgi/lenme mümkün olmaz.

Batı aklı, fıtratı (= yaratılışı) bozmuştur, bozmaktadır; batı aklı ile doğru bilgi mümkün değildir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET