İSTESEYDİ...

“İsteseydi, ne biz ne de babalarımız O’na şirk = ortak koşmazdık...” (6/Enam, 148. 16/Nahl, 15.)

Aynı/benzer argümanı bugünün müşrikleri de söylüyor. 

O’nun ne istediğini onlar mı belirliyor; Tanrı onlar mı, Allah mı?!. Bu beyinsizler, kendi isteklerine (iradelerine) bi başkası müdahale edince hopluyorlar ama kendileri Allah’ ın isteğine (iradesine) müdahale edebiliyorlar.

Allah, ne/yi isteyeceğini (irade edeceğini) size mi soracak?!. Bunların bu iddiaları (= argümanları) tutarsız, ama ben, 6/Enam, 107. âyeti ve buna benzer âyetlerin açıklamasını yapayım.

“Allah dileseydi, onlar müşrik olmazlardı. Biz Seni onlara bekçi yapmadık; Sen onlara vekil de değilsin.” (6/107) Herkes, kendinden sorumlu; Sen vazifeni yap!. Ben, Seni onlara hakkı tebliğ et de hidâyet bulsunlar diye gönderdim; ama onlar hidâyeti değil, dalâleti tercih ediyorlar; Sen üzülme!...

“Allah, kime hidâyet ederse, onu saptıracak yoktur; kimi de dalâlette (sapıklıkta) bırakırsa, onu da hidâyete ulaştıracak yoktur.” (Bknz. 17/97. 18/17. 39/37.)

Bu âyetler, Allah’ın insanlar (bizler) için dalâlet istediğine delâlet etmez. İlk dalâlet (ضلالة), sapıklık; ikinci delâlet (دلالة), işaret; ilki dad ile; ikincisi dal ile. Allah, tüm insanları Kendisine kul olup-olmayacaklarını, Kendisini dinleyip-dinlemeyeceklerini denemek, bunu insanların kendilerine göstermek için yaratmış, herkese aynı teklifi sunmuş, tercihi/seçimi de insanların (bizlerin) kendi akıl ve iradelerine bırakmıştır. İnsanların hidâyeti seçmelerinde O’nun Kitâb ve Elçi göndermekle müdahelesi/dahli varken; dalâleti seçmelerinde en ufak bir müdahelesi/dahli yoktur; aksine O, herkesin hidâyetini istemektedir. Bunun için onlara (bizlere) akıl ve irade vermenin yanında Kitâb/lar ve Elçi/ler de göndermiştir. Delâlete rıza gösterse, onlara (bize) akıl ve irade verir, Kitâb/lar ve Elçi/ler gönderir mi?!. Hem Kitâb/lar ve Elçi/ler gönder hem dalâlet iste; bu apaçık tutarsızlıktır; Allah böyle bir tutarsızlıktan münezzehdir/berîdir.

O, herkesin hidâyetini istemekte ama çoğumuz, O’nun bu isteğini önemsememekte; Sen ne istersen iste, ben kendi bildiğimi (= kendi istediğimi) yaparım, demekte. Bu durum da, “başlangıçta” O’nun takdiri, O’nun planının içinde, O’nun kontrolünde; öyle olmasa, imtihan olmaz, imtihan anlamsız olurdu.

Pekiî, “dalâlette bırakmayı, bırakmasını” nasıl anlayacağız?!. O’nun bize verdiği aklı ve irade de O’nun eseri = O’nun malı; ama onları kullanmada biz etkeniz, biz fâiliz, dolayısıyla biz sorumluyuz; O’nun kontrolünde dalâleti biz seçiyoruz, O da bizim bu seçimimizi yaratıyor ve kaydediyor; biz dönmezsek, dönmüyor ve bizi dalâlette bırakıyor; bizim bu dalâletimizi bizden başka kimse bozamıyor. Hidâyetteki durum da aynı; biz dalâlete düşmedikçe, kimse bizim hidâyetimizi bozamıyor. İmtihan gereği, hidâyetteki durumumuz da dalâletteki durumumuz da O’nun koruması altında. Sınav sonuçlarını (= iyi-kötü amellerimizi) kimsenin çalmasına izin vermiyor.

Kesb teorisi tam da burada devrede. Biz iyi ya da kötü bişeyin yapılmasını istiyoruz = iyiden  veya kötüden birini seçiyoruz; Allah da bize verdiği gücü = kulunu kul-lanarak o fiili yaratıyor. Bizdeki güç de O’nundur; O, bize verdikleri ile bizi denemektedir. Elbet istese, verdiklerini geri alır ama o zaman, imtihan anlamsızlaşır. O düzenini (= dinini) bu şekilde kurmuş, buna da Sünnetullah (= Benim Kanun’um) demiştir. 

Ayrıca bu tip âyetler, Müslümanlara tesellî veren âyetlerdir. Sen (Efendimiz ve biz), onlar Müslüman olmuyor diye üzülme!/yin; görevini/zi yap/ın, gerisini/ötesini Bana bırak/ın, diyen âyetler.

Kim iman eder = inanırsa, O, ona hidayeti; O’nu kim inkar ederse = nankörlük ederse, ona da dalâleti yazıyor. “ve men yü’min billâhi yehdi kalbeh... kim Allah’a iman eder = güvenirse, Allah onun kalbine hidâyet verir...” (64/11) Kim de inkâr (küfr) ederse, bu inkârı (küfrü) kendi aleyhinedir... (30/44)

İnsan, kendine yüklenen sorumluluğun gereğine göre hareket etmelidir, başıboş (sorumsuz) değildir; her ân gözetilmekte, kontrol altında tutulmaktadır. İnsanın dalâleti = yaptığı kötülükler, ne kadar çook (derin) olursa olsun, bunlar O’nun koyduğu düzeni bozamaz, Allah’a zerre zarar veremez ancak insanın kendine (= kendi yaşadığı hayata) zarar verir. Allah, kulunun dünya ve âhirette zarar görmesini istemez ama kul inat etmeyi sürdürürse, adâleti gereği, onu cezasız da bırakmaz. 

O’nun koyduğu kanun (= Sünnetullah) gereği, iman edenin varacağı yer : cennet; inkâr edenin varacağı yer de : ateştir/cehennemdir. O’nun koyduğu kanuna (= dine) muhalefet, O’nu, O’nun mülkünde görmezden gelmek ve tanımamak, hayatı (= kâinatı) Sen değil, ben yarattım demektir; bunun cezasız kalması (O’nun adâleti gereği) mümkün değildir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET